Simdi size Özgürlük ve Güvenlik’ten sordugumda, bana Platon’dan baslayip, Nietzsche’yle veya daha bilumum cafcafli filozoflarla bitirdiginiz, felsefi kavramlarla bezenmis, süslenmis, püslenmis, allanmis, pullanmis kelimelerle bir seyler söyleyeceksiniz. Fakat aslinda gerçekten ne diyeceksiniz, dediklerinizle, gerçekte ne söylemis olacaksiniz? Siz yasadiginizi, teneffüs ettiginizi, hissettiginizi mi, yoksa birilerinin kelimelerini, fantezilerini, hayallerini, ideallerini mi konusacaksiniz? Acaba, kendinizin aslina sahip ol(a)madiginiz seylerden bahsederek, bu sekilde kendinizi mi tatmin etmeye çalisacaksiniz, ya da birilerine caka mi satacaksiniz? Konusmalarinizin, zihinsel üretimlerinizin, fikri altyapinizin içine islemis bu eksiklik hissiyle yasamaya daha ne kadar devam edeceksiniz? Özgürlük hissi eksikligiyle…
Kendi yasadigi sosyal gerçeklik alaninda bu Özgürlügün & Güvenligin tadina varamayanlar, onun eksikligini dahi hissedemeyenler, soyut bir Özgürlük kavrami üzerinde “yabancilarin”, “baskalarinin” yaptigi tartismalardan bahsederek, filozofik görünmeye çalisan atmasyoncular olmaktan öteye gidemiyorlar. Iste Sara’nin, kendisi benim analizlerimde kullandigim gizli bir kahramandir, nihilizmi gerçekten yasiyor olmasiyla ilgili olan nokta budur. Sara, sosyal bilim yapmak istedigi anda, Sara’nin basarili olma sansi vardir, çünkü bilimini yapmaya çalistigi seyi birebir yasiyordur, içinde bulundugu sosyal ortamda, toplumda. Daha da ötesinde, Sara’nin bunun bilimini yapma noktasinda önünde garip engeller yoktur. Sara’nin zihninde de kendisini durduran engeller yoktur. Sara, bir seyi anlamak istiyordur ve onu anlayabilmek için elinden, zihninden, dilinden, aklindan gelenin en iyisini yapmaya çalisir, yapar. Baskalari ise kendilerinin yasayamadiklari seyler üzerinden, baskalarinin hisleri üzerinden, sahte bir hissiyat içerisine girip, o sahteligi anlamaya çalisip, o sahteligin felsefesini yapmaya çalisirlar, güzel ve satafatli sözler söylerler ve sonuçta da felsefe ya da sosyal bilim, her ne ise iste, yapar gibi görünürler.
Yani siz bir adama Özgürlük ve Güvenlik’ten sorduðunuzda, o adam size Platon’dan Nietzsche’den anlatarak Özgürlük’ten ve Güvenlik’ten bahsedebilir. Ama, bunlar ona yabancidir. Kendi söylediklerine, kullandigi kelimelere yabancidir o adam. Çünkü Nietzsche’nin bahsettigi Özgürlük, Nietzsche’nin yasadigi bireysel/toplumsal izdiraplardan üretilmis bir kavramdir, düsüncedir, anlayistir. Onun yasadigi izdiraplari yasamadan, hissetmeden kullanilacak/sarf edilecek Nietzsche’ci Özgürlük kavramlari, baskalarina felsefe ve caka satmaya çalismaktan öteye, ne yazik ki, gitmez.
Benim özgürlügüm ise, bana yakindir, benim ulasabilecegim uzakliktadir. Ben özgürlükten bahsedecegim zaman, Platon’un, Nietzsche’nin, onun, bunun kavramlarini analiz etmek zorunda hissetmem kendimi. Ya da onlar hakkinda konusmakla sinirlandirilmis olarak görmem kendimi. Diger taraftan, o kavramlari analiz edebilirim de, o kavramlar hakkinda konusabilirim de, ama bu konusmalarin ötesinde, özgürlük adina söyleyebilecegim ve bana ait olan, benim olan hislerim, düsüncelerim, fikirlerim vardir. Özgürlük benim yani basimdadir, dibimdedir. Sokaga çiktigimda, yürüdügümde, sagima, soluma baktigimda, neredeyse her yerde görürüm onu. Ben özgürlügün ne oldugunu þu cafcafli filozoflarin anlattiklarindan ögrenmek durumunda degilimdir. Birisi bana sordugunda, ben sahip olmadigim seyin eksikliginden yüksünerek, ona cevap verme hevesi, istegi içerisinde, kendimi baska filozoflarin laflariyla avutmaya çalismak zorunda degilimdir. Ben özgürlüge, bir gün, gelecekte, insallah, masallah, vs. ulasilabilecegi hayaliyle, ümidiyle, temennisiyle, istegiyle, arzusuyla, planiyla, sabriyla beklemek, ve sonuçta da ne yazik ki ömürlerini özgür ol(a)madan yasamak zorunda kalanlar gibi degilimdir. Ben özgürlük hakkinda, ona uzaktan imrenir gibi bakan ve konusurken neredeyse agzinin suyu akan insanlar durumunda da degilimdir. Dedim ya, benim özgürlügüm bana yakin diye, benim özgürlügüm su anda yasadigim bir durumdur diye.
En azindan ben öyle hissediyorum, düsünüyorum, biliyorum.