25 Mart 2008 Salı

Kimdir Halk?

Su anda NTV'de "Neden" programini izliyorum. Ekrem Dumanli programin basindan beri "halk" diye bir analiz birimi kullaniyor ve butun argumanlarini da bu "halk" ve o halkin "algilamalari" uzerinden mesrulastirmaya calisiyor.

Merak ediyorum, kim oluyor bu halk? Her argumani mesrulastirmada istenilen yere cekilebiliyor. Dumanli'nin zihnindeki halk neden boyle tek parca ve hep birlikte dusunuyor? Boyle birseyin olabilmesi mumkun mu? Kanaatimce, Dumanli'nin ifade ettiginin aksine, toplumsal alanla ilgili analizler yaparken belirli sosyo-ekonomik ve ideolojik gruplara mensup sosyal siniflardan bahsedebiliriz diye dusunuyorum. Yoksa, bu tur ayri sosyal siniflarin ustunde, "halk" diye genel, ortak, herkesi icine alan bir analiz birimi yoktur.

16 Mart 2008 Pazar

Charlotte Perrelli - Hero

Bu da Isvec'in bu seneki Eurovizyon temsilcisi. Benim favorim degildi, ama yine de guzel bir parca bence.

Isvec'te Eurovizyon - Finalist 10 Sarki

Iste bunlarda finalde yarisan 10 sarki. Slow, hizli, rap, rock, dans, folk, Ingilizce, Isvecce, vs. nasil bir cesitlilik oldugunu gorebilirsiniz... Sonucta bu cesitliligin arasindan secmesi de halka kalmis, bizdeki gibi TRT'nin ulu, bilge burokratlarina degil!

Isvec'te Eurovizyon

Turkiye'de Eurovizyon'a cok fazla onem verilmez. Yarisma iki donemde tartisilir. 1) Yarismaya katilacak sarki belirlenecegi zaman. 2) Yarismanin yapildigi zaman.

1) Yarismaya katilacak sarkinin belirlenmesi otoriter toplumsal karakterimize, ataerkil aile yapimiza, totaliter siyasi zihniyetimize vs. uygun olarak birkac ulu burokrat bilge tarafindan belirlenir. Kendisine bu kutsal gorev teblig edilen sarkici veya grup katilacaklari sarki uzerinde calismalarina baslarlar ve bir sure sonra da bir parcayla ortaya cikarlar. Sonra tartismalar baslar, yok efendim dili Ingilizceydi, yok efendim soyleydi, yok efendim boyleydi, bilmem neydi... Tartismalar sarkinin diline, sekline, tipine, kalitesine vs. yonelik olur, sarkinin ve sarkicinin nasil belirlendigine yonelik degil. Yani sanki kimin yarismaci olacagini TRT'nin bazi burokratlarinin belirlemesi normaldir de, secilen sanatcinin sarkiyi Ingilizce hazirlamasi anormaldir.

2) Ikinci donemde yapilan tartismalar icin artik cok gectir. Olan olmustur. Yurtdisinda yasayan milyonlarca gurbetcimizin oylarina ragmen, ki bu oylari sarkimiz ne kadar dandik olursa olsun verirler, yine yarismayi kazanamamisizdir.

Isvec'te ise yarismaya daha fazla onem verilir, yarisma hakkinda daha fazla konusulur. Ama mesele daha fazla onem verilmesi, hakkinda daha fazla konusulmasi degil de, sarkinin nasil belirlendigi meselesidir. Secimle, demokratik rekabetle, acik rekabetle, vs.

Dun itibariyla Isvec'te uzun bir surec sona erdi ve Isvec'i Eurovizyon'da temsil edecek sarki belirlendi. Sadece finalde yarisan sanatcilarin sayisi 10 ve Eurovizyon surecine katilan butun sanatcilarin sayisi toplamda yaklasik 30 kadar. Sanirim bu rakamlar belirlenen son sarkinin nasil bir surecten gectigi hakkinda zihinlerde bir resim olusturuyordur. Ama diger taraftan dusununce, ne geregi vardi canim da diyebilirsiniz. TRT'den bir-iki ulu, bilge kisi oturur, iki dakika da belirlerdi kimin katilacagini, bu kadar tantanaya ne gerek vardi!!!

5 Mart 2008 Çarşamba

Fenerbahce Ceyrek Finalde

Atilla abi cagirmis olmasina ragmen, ilk maci izlemeye gitmemistim. Bu sefer ise gitmeye karar verdim. Cafe-bar tarzi bir yere girdik. Oturacak yerler dolu oldugundan, barin kenarinda kendimize ayakta bir yer bulmaya calisiyorduk. Etrafa bakinirken barin sahibi Turk geldi ve yanimiza dikilip, gayet kabaca: "Evet, ne istemistiniz?" seklinde sordu. Bizden hemen bir cevap gelmeyince de, karsimizda durmaya devam ederek ve israrli israrli suratimiza bakarak kendisinden icecek olarak birsey istememizi bekledi. Sonunda bu duruma dayanamayan Atilla abi, birer kahve soyledi.



Sonra mac basladi... Maci izlemeye sadece Turk'ler degil, Araplar da gelmisti. Onlar da tabii ki Fenerbahce'yi destekliyorlardi. Macin ilk 10 dakikasinda iki talihsiz gol yedigimizde, icimizde hissettigimiz hisler cok ilgincti. Yabancilarin biraz alaya kacan gulusmeleri, bizim biraz kizarmaya, bozarmaya baslayisimiz, vs. birbirine karismisti. Derken Sevilla'nin hizi biraz kesildi ve sahneye Deivid cikti. Onun goluyle tekrar umutlandik, fakat o halimiz de cok uzun surmedi. Bu sefer de Kanoute sahneye cikip, farki tekrar ikiye cikardi. Biz tekrar sus-pus olduk. O dakidadan sonra ise oyunun sekli degismeye basladi. Fenerbahce organize bir sekilde oynamaya, pas yapmaya, top cevirmeye ve rakip kaleye dogru ciddi sekilde ilerlemeye basladi. Bu siralarda Sevilla neredeyse oyunda hic yoktu. Devre bitmeden bir-iki onemli atak yakaladi Fenerbahce, ama bunlari degerlendirememisti. Ikinci yariya baslarken umutluyduk, cunku hem Fenerbahce guzel oynuyordu, hem de rakip Sevilla'nin gercekten cok bariz zayif oldugu bir noktasi vardi: Defansi. Kazandigimiz her duran top Sevilla kalesinde bizim icin penalti gibi bir etki yapiyordu. Zaten iki golumuzu de duran toptan bulduk ve duran toplardan da yine cok onemli pozisyonlar kacirdik. Mac 2-3 olduktan sonrasi zaten inanilmaz bir heyecandi. Bir taraftan diken ustundeydik, 5 oyuncumuz sari kartliydi ve rakip oyuncular da her pozisyonda kendilerini yere atiyorlardi. Her an bir oyuncumuz kirmizi kart gorecek diye hop oturup, hop kalkiyorduk. Mac ilerliyor, Fenerbahce guzel oyununu surduruyordu. Artik macin sonlarina dogru, Fenerbahce bir gol daha atmak icin saldirsa mi, yoksa yavaslayip maci uzatmalara goturmeye calisa mi diye dusunuyor, karar veremiyorduk. Sonra uzatmalar ve sonra penalti atislari... Maci izleyenler bilir, gercekten muthis bir heyecan firtinasiydi.

Futbola karsi, ozellikle maganda anlayisli taraftarlar yuzunden, uzunca bir suredir antipati beslemeye devam ediyordum ve hala da eskisi gibi sevdigimi soyleyemem. Fakat dun aksamki Fenerbahce macinda aldigim izleme zevkini, heyecani tatma zevkini, o anlari yasama zevkini kolay kolay unutabilecegimi pek sanmiyorum.