27 Nisan 2008 Pazar

Nightwish - Phantom of the Opera LIVE

Operadan konu açılmışken, bir de Tarja'dan Phantom of the Opera'yı dinlemek lazım gelir!... :)

Alin Aylin Yagcioglu Konser

Bu da bir önceki yazıda bahsettiğim konserden bir parça.

Maçka'da Bir Konser: Alin Aylin Yagcioglu

Geçtiğimiz hafta perşembe akşamı bir arkadaşımın konserine gittim. İTÜ'nün Maçka kampüsünde verilen konser oldukça güzel geçti diyebilirim. Özellikle klasik müzik, opera türünden müziklerle pek fazla haşır neşir olmayan kulaklar, zihinler için, yani benim için, güzel bir tecrübeydi diyebilirim. Bu alanlarda pek fazla bilgim yoktur, o yüzden ahkam kesemeyeceğim, ama bir dinleyici olarak, dinlemekten zevk aldığım bir konser oldu. Aylin'in performansı da bence çok güzeldi. Şu sırada Youtube'a konser sırasında kaydettiğim bir şarkının videosunu eklemeye çalışıyorum. Eğer ekleyebilirsem, bu yazıdan sonra, bloga onu da eklemeye çalışacağım. Bu sayede siz de dinleyebilirsiniz.

Bu arada İTÜ'nün Maçka kampüsüne de bu zamana kadar hiç gitmemiştim, orayı da bu vesileyle biraz görmüş oldum. Gerçekten güzel bir yere kurulmuş kampüs ve yapıların mimarisi de oldukça hoş.

23 Nisan 2008 Çarşamba

Kısa Bir Gezi: Bebek – Bahçeköy


Bugün öğlene doğru 11 civarında yola çıktım, sahilden giden otobüse bindim. İlk kargo gördüğüm yerde inecektim. Çok uzun sürmedi, Tarabya’da bir kargo gördüm ve otobüsten indim. Kargo işimi hallettikten sonra tekrar otobüse bindim ve Bebek’e doğru yol aldım. Bebek parkına gelince otobüsten indim ve parkın içerisinde bir bankta oturmaya başladım; sonra düşünmeye ve sonra da yazmaya tabii ki. :)


Epey bir zamandır, aralıklarla da olsa, Gramsci’nin “organik entelektüellik” kavramı üzerinde düşünüyordum. Bugün de onun konu hakkında yaptığı bazı tartışmalarından yola çıkarak hem kendimi (eğer ben de bir entelektüelsem), hem de çevremde tanıdığım ve tanımadığım diğer entelektüelleri (arkadaşlarımı, hocalarımı, vs. ) düşünmeye başladım. Verimli geçen bir düşünme ve yazma sürecinin ardından, acıkan karnımı doyurabilmek için bir yer aramaya başladım. Eskiden olsa, “yeni” bir şeyler deneme konusundaki korkumla, çekingenliğimle, muhtemelen kendime en “yakın” hissettiğim bir yerde, hiç “risk” almadan bir şeyler yemek isterdim. Şimdi ise, her yeni deneme, yeni bir tattır, yeni bir tecrübedir, maceradır düşüncesinden hareketle küçük, ama ilginç bir yere girmeye karar verdim. Bir dahaki sefere başka yere de girebilirim ve bu şekilde girdiğim yerlerin gerçek değerini daha iyi idrak edebilirim. Girdiğim yerde bir porsiyon köfte yedim, ki yerin adı da zaten Bebek Köftecisi idi. Küçük bir tabakta 7-8 köfte ile yarım domates ve biraz pilava 6 YTL verdim. Ardından Parka döndüm, biraz oturduktan sonra, sahil boyunca Sarıyer’e doğru yürümeye karar verdim. Bu sayede sahilde yürümeye ve oturmaya değecek bazı yerleri aklıma yerleştirmeye çalışmak istiyordum. İleride kullanabilmek için bilgim, tecrübem olsun istedim kısaca. Parktan sonra sahil yolu güzel, hem yürüme açısından, hem de oturma açısından.


Yürürken biraz ileride karşınıza Fatih Sultan Mehmet köprüsü çıkıyor, sol tarafınıza da Rumeli Hisarı. Eğer vaktiniz varsa, gündüz saat 16:30’a kadar açık olan Rumeli Hisarı’nı ziyaret edebilirsiniz. (Normal ziyaretçi 2 YTL, Öğrenci ücretsiz). Benim vaktim vardı ve saat de daha 3 civarındaydı, o yüzden bu zamana kadar, nedense, hiç girmediğim Hisara bir girmek istedim. Hisara girdikten sonra sol taraftan başlamak daha mantıklı sanırım. Sağ taraftaki kulelerin hepsi tek tırmanmalık, yani oralardaki kulelerin birbirleriyle bağlantıları yok. O yüzden her kuleye tek tek tırmanmak zorunda kalıyorsunuz, eğer “acaba oradan bakınca nasıl görünüyor” diye merak ediyorsanız. Sol taraftaki yapılar arasında ise merdivenle bağlantılar var, o yüzden en alttan başlayıp merdivenle tepeye kadar çıkabiliyorsunuz. Soldan başlayıp, sağda bitirmek en iyisi sanırım.




Ayrıca Hisar içinde bazı kısımlarda oturmak, dinlenmek için banklar da var. Buralarda oturup, boğazı tepeden, çok güzel bir açıdan görüp, bir süre vakit geçirilebilir. Banklar yeşillikler arasında ve ağaçların altında olduğu için gölgelikte kalıyor, o yüzden bu da bir avantaj tabii. Hisarın çeşitli kulelerinde telsizli güvenlik görevlileri var ki, bu da gerçekten önemli ve güzel bir uygulama.




Hisarın, özellikle üst, yüksek kısımları gerçekten çok huzurlu diyebilirim. Sanırım insanın “şeylere” üstten, kuşbakışı bakma zevki bu huzurlu hisleri sağlayan önemli etkenlerden biri. İkinci etken, hem surlardan dolayı, hem de uzaklıktan dolayı olsa gerek, aşağıda akan trafiğin sesinin, gürültüsünün pek duyulmaması olabilir. Dolayısıyla huzurunuz bozan bir trafik gürültüsü duymuyorsunuz. Fakat gemilerin, özellikle büyük olanların gürültüleri ve de arada sırada geçen helikopterlerin, uçakların gürültüleri biraz rahatsız edici oluyor açıkçası. Diğer taraftan ise, bütün bunlarla adeta yarışırcasına, mücadele edercesine yükselen başka bir ses var ki, o da size tatmakta olduğunuz huzuru yeniden hatırlatıyor ve zihniniz yeniden durulmaya, yüz hatlarınız yeniden gevşemeye ve genel anlamda yeniden bir rahatlama hissine kapılmaya başlıyorsunuz. O büyülü sesler de tabii ki etrafınızda şakıyan türlü türlü kuşlardan geliyor.



Ara sıra buraya gelip, kulelere çıkıp, İstanbul’u, biraz da buradan seyretmek gerekiyor bence. Kulelerden birine oturup, dinlenmeniz, tarih içinde, hayal dünyanızda bazı gezintilere çıkmanız iyi olabilir. Benim için gerçekten güzel oldu. :) Tarih içinde ve hayal dünyamda yaptığım bazı gezileri Topkapı Sarayı civarında yapmışımdır, bu sefer de kısmet Rumeli Hisarı’naymış! :) Oturduğunuz yerden, içinde bulunduğunuz mekanın 300-400 yıl önceki dönemlerine gitmeniz, insanda ilginç duyguların/hislerin oluşmasına, ilginç düşüncelerin ortaya çıkmasına vesile oluyor bence.



Hisardan çıktıktan sonra o civarda birçok kafe vs. var. O kafelerden bir tanesinde, Hisar’dan çıktıktan sonra, sıcak-soğuk bir şeyler içilebilir. Eğer karnınız açsa, yemek için de çeşitli yerler var. Benim dikkatimi ise daha ziyade küçük bir yer çekti. Adı, Sade Kahve olan bu yer, bir kafenin üst katında yer alan eski ahşap bir evin içerisinde yer alıyor. Tabelasında yazdığına göre ev yemekleri yapıyorlar. Buradan hareketle vejetaryen bir şeyler de bulabilmek mümkün olabilir sanırım. Başka bir gün gelip, bu yeri keşfetmeye çalışacağım, hem mönülerini, lezzetlerini, konforlarını, servis kalitelerini ve hem de ücretlerini tabii ki! :) Bakalım beğenecek miyim. :)



Yemeği de yedikten sonra ayrılmak için otobüs durağı arayacaksanız, Sarıyer istikametine doğru 10-15 dakikalık bir yürüyüşten sonra, önce Beşiktaş istikameti için bir durak, ardından da Sarıyer istikameti için bir durak bulabilirsiniz.

21 Nisan 2008 Pazartesi

Beşiktaş - Ortaköy Arasında...

Trafikte durduğum, içinde oturduğum otobüsten dışarıya bakıyorum. Etrafımda diğer yolcular, kimileri oturuyor, kimileri ayakta. Pencereden dışarı bakıyorum, yanımda, caddeden diğer araçlar akıp gidiyor, kimi jeeplerle, kimi motosikletlerle. Kulağımda mp3 çalarım; Hello Saferide, "Loneliness is Better When You're Not Alone" çalıyor. Aklıma o geliyor ve sonra onun yanımda oturduğunu hayal etmeye başlıyorum. Kulaklığın birini ona veriyorum, diğerini ben takıyorum. Önce, her zaman yaptığı gibi yan gözlerle bana bakıyor, ardından da başını omzuma yaslayıp, pencereden dışarıya...

9 Nisan 2008 Çarşamba

Ben Ölmüşüm de Haberim Yokmuş!!!

Yıllardır önünden geçiyordum, bugün farkettim, ya da daha doğrusu anlayabildim mi diyelim. Anlayabildim ki, aslında ben ölmüşüm de, haberim yokmuş!


2 Nisan 2008 Çarşamba

Yahudi'ler, Turk'ler, Ozbek'ler & Israil, Filistin, Isvec

Yahudilere, Filistin'lilere olan davranislari noktasinda bircok konuda elestiriler yapilir. Gecenlerde duydugum bir elestiri Tevrat'tan devsirilme bir elestiriydi ve Musluman bir bilimadami tarafindan yapiliyordu. Elestiri mantikli ve ic tutarligi olan bir elestiriydi. Hatirladigim kadariyla Tevrat'ta mealen soyle bir ayet varmis: "Ey Yahudiler! Yabancilara eziyet etmeyin, onlara kotu davranmayin. Hatirlayin ki, siz de bir zamanlar Misir diyarinda yabanciydiniz."

Buradan hareketle, Yahudilerin, Filistin'lilere yaptigi kotu muameleyi elestiriyordu o Musluman bilimadami, Yahudilerin kitaplarindan onlara ornekler vererek.

Burada sahit oldugum bazi olaylar, zihnimde bu duruma benzer bir anlayis olusturdu diyebilirim. Herkesin malumu, Turk'ler, 1960'larda, 1970'lerde ilk olarak Avrupa'nin cesitli ulkelerine isci olarak goc etmeye basladigimizda bircok sorunla karsilasmisti. Bircok haktan mahrum olarak, zorlu islerde calistirilmislardi. Cok uzun calisma saatleri vardi ve kotu sartlar altinda calismislardi. Bu durum ozellikle ilk giden nesiller icin gecerliydi.

Simdi burada gordugum durum da benzer bir durum acikcasi. Ulkelerinden Avrupa'nin cesitli ulkelerine para kazanmak umuduyla goc eden Ozbekler taniyorum. Bazilari benimle ayni evde kaliyorlar. Yaptiklari isleri, calistiklari ortamlari ve kosullari biliyorum. Ne kadar zor sartlar altinda, ne kadar uzun saatler calistiklarini biliyorum. Sigortalarinin nasil dalaverelerle az odendigini biliyorum. Haklarinin nasil verilmedigini, anlatilmadigini biliyorum. Ve bildigim birsey daha var ki, o da beni hayrete dusuruyor. Bu insanlarin isvereni, 1970'lerde Isvec'e calismak icin gelen bir Turk. Vakti zamaninda Isvec'te benzer sikintilari cekmis, yasamis bir insan, ama simdi isveren konumuna geldigi vakit, bir zamanlar kendisinin yasadiklarini, uc-bes kurus daha fazla kazanabilmek ugruna baskalarina ayni sekilde, hatta belki de daha siddetli olarak, yasatmaktan geri kalmiyor. Simdi yukaridaki ayeti hatirlatikdan sonra, insanin durup da bu Turk'lere neler diyesi geliyor neler...

Ama en azindan ayetten yola cikarsak, sunlari diyebilirdik sanirim: "Ey Turk'ler, gocmen iscilere eziyet etmeyin, onlara kotu davranmayin, onlari gunde 14 saat calistirmayin, onlarin haklarini gasp etmeyin, onlarin sigortalarini eksik odemeyin, onlarin izin haklarini verin, onlara zulum etmeyin. Hatirlayin ki, siz de bir zamanlar bu diyarlarda gocmen isciydiniz!"