27 Haziran 2008 Cuma

Hayatı Yaşamak, Hayatı Tüketmek

Bazı arkadaşlarım, hayatın hep olumsuz taraflarını gördüğümü söylüyorlar. Bir dereceye kadar haklı olabilirler, ama bazı durumlarda ise, insan ne yaparsa yapsın, sanki bütün olumsuzluklar onun üstüne üstüne geliyor gibi oluyor ve ne kadar iyi niyetli olmak isteseniz de, ne yazık ki olumsuzlukları görmeye devam etmek durumunda kalıyorsunuz.

Her gün akşamları evime birbuçuk, hatta bazen iki saatlik berbat ve işkenceli yolculuklardan sonra gidebiliyorum. Neredeyse bütün yolculuğum ayakta geçiyor. Üstelik sıkışıklık da cabası tabii ki. Geçen gün yanımdaki adamın, "1 metrekare alana 20 kişi sığdık, helal olsun" şeklindeki lafını uzun süre unutmam sanırım. Bir de bütün bunların üstüne, havanın sıcaklığı, herkesin terli oluşu, koku, sıcak, nem, vs. derken, o yapılan yolculuğun nasıl bir rezalet, nasıl bir insan-dışılık, nasıl bir sefillik halinde geçtiğini tahmin edebilirsiniz sanırım. Ben ki normalde pek fazla terlemeyen bir insanım, dün akşam eve geldiğimde, resmen terden sırılsıklam olmuştum. İğrenç ötesi bir durumdu tabii ki.

İstanbul güzel şehir... Ama, bu değerlendirmeye eklenmesi gereken o kadar çok "ama" var ki, bütün bu "ama"'ları bir araya getirdiğinizde, artık İstanbul'un güzelliği falan kalmıyor ortalıkta. Aksine, içinde yaşayan insanların birçoğunun sadece ızdırap çekerek günlerini geçirdikleri ve geçirmeye devam ettikleri bir işkence kafesi halini alıyor.

Arkadaşlarımla oturduğumuz zaman kullandığım çok basit bir söz var ve ne yazık ki ben bunun doğruluğunu her gün biraz daha iyi anlıyorum: "Bazıları hayatı yaşıyor, bazıları ise tüketiyor."

Siz hangisisiniz?

12 Haziran 2008 Perşembe

Türkiye - İsviçre (2-1)

Dün akşam yine ilginç maçlarımızdan birisini oynadık. Portekiz maçından sonra, artık "havalarda uçmayı" birazcık bıraktık. Ya da Portekiz tarafından bıraktırıldık desek daha doğru olur sanırım. Hatırlarsanız, Büyük İmparator Sinyor Fatih Terim, Portekiz maçı öncesinde, "Bize final oynamak yakışır!" şeklinde demeçler veriyordu. Tabii, bulunca dinleyenleri, insanın kendini tutabilmesi zor oluyor, içten geldikçe sallayası geliyor insanın! :)

Neyse, Portekiz sayesinde gerçekleri biraz daha iyi görmeye başladıktan sonra, geldik İsviçre'ye... Ben İsviçre - Çek Cumhuriyeti maçını seyretmiştim ve orada gördüğüm kadarıyla İsviçre hiç de öyle kolay lokma değildi, nitekim bunu bize de gösterdiler. Fakat bizim takımın hakkını da vermek lâzım açıkcası. Yağmur gerçekten bizi olumsuz etkiledi. Evet, onlar da bizimle aynı sahada oynuyorlardı, fakat oyuncuların özellikleri açısından yağmurlu ve ağır bir sahadan bizim oyuncularımız daha olumsuz etkilendi. İsviçre'nin oyuncuları bizimkilere nispeten daha "düz", daha sıradan oyuncular, bizim oyuncularımız ise İsviçre'ye nazaran daha "teknik" oyuncular. O yüzden sahada kısa paslarla ilerlemeye, adam geçmeye ve teknik ile birşeyler yapmaya çalışan milli takımımız, saha ağırlaştıktan sonra neredeyse hiç top oynayamaz hale geldi. Diğer taraftan İsviçre ise uzun toplarla kalemizde tehlike oluşturmaya çalıştı ve sonunda golü de buldu. İkinci yarı hem sahanın biraz düzelmesi, hem de Sinyor Büyük İmparator Fatih Terim'in oyuncu değişiklikleri ile biraz kendimize geldik. Semih yine kendinden bekleneni yaptı ve oyuna girer girmez, farkını ortaya koyup, şahane bir kafa golüyle klasını gösterdi. Sanırım bundan sonra artık Nihat'ı tek santrafor olarak oynatma inadından vazgeçer Sinyor Terim. Bence maçın hakkı 1-1 idi, ama son dakikada işte o bahsettiğimiz "teknik" devreye girdi ve bize Arda'nın klas golüyle 3 puanı getirdi.

Şimdi gözlerimiz Çek Cumhuriyeti maçında... Bakalım bu maçta nasıl bir kadroyla çıkacağız ve neler yapacağız. Benim ümidim, Sinyor Terim'in ileride yine Semih'i oynatması ve onun yanında da Nihat'a görev vermesi. Sol tarafta artık Uğur Boral'a da şans vermesini bekliyorum, çünkü Uğur'un soldan yapacağı ortalarla Semih'in epey pozisyon bulabileceğini düşünüyorum. Evet, Çek savunması uzun boylu ve Semih de o kadar uzun bir santrafor değil, ama yine de Semih'in kendinden çok daha uzun oyuncularla hava mücadelesine girebildiğini ve başarılı olabildiğini unutmamak lazım. Nitekim İsviçre defansı da öyle pek kısa boylu bir defans değildi, ama Semih yine ustalığını ve kalitesini gösterip, kafa golünü atmayı başardı.