Bazı arkadaşlarım, hayatın hep olumsuz taraflarını gördüğümü söylüyorlar. Bir dereceye kadar haklı olabilirler, ama bazı durumlarda ise, insan ne yaparsa yapsın, sanki bütün olumsuzluklar onun üstüne üstüne geliyor gibi oluyor ve ne kadar iyi niyetli olmak isteseniz de, ne yazık ki olumsuzlukları görmeye devam etmek durumunda kalıyorsunuz.
Her gün akşamları evime birbuçuk, hatta bazen iki saatlik berbat ve işkenceli yolculuklardan sonra gidebiliyorum. Neredeyse bütün yolculuğum ayakta geçiyor. Üstelik sıkışıklık da cabası tabii ki. Geçen gün yanımdaki adamın, "1 metrekare alana 20 kişi sığdık, helal olsun" şeklindeki lafını uzun süre unutmam sanırım. Bir de bütün bunların üstüne, havanın sıcaklığı, herkesin terli oluşu, koku, sıcak, nem, vs. derken, o yapılan yolculuğun nasıl bir rezalet, nasıl bir insan-dışılık, nasıl bir sefillik halinde geçtiğini tahmin edebilirsiniz sanırım. Ben ki normalde pek fazla terlemeyen bir insanım, dün akşam eve geldiğimde, resmen terden sırılsıklam olmuştum. İğrenç ötesi bir durumdu tabii ki.
İstanbul güzel şehir... Ama, bu değerlendirmeye eklenmesi gereken o kadar çok "ama" var ki, bütün bu "ama"'ları bir araya getirdiğinizde, artık İstanbul'un güzelliği falan kalmıyor ortalıkta. Aksine, içinde yaşayan insanların birçoğunun sadece ızdırap çekerek günlerini geçirdikleri ve geçirmeye devam ettikleri bir işkence kafesi halini alıyor.
Arkadaşlarımla oturduğumuz zaman kullandığım çok basit bir söz var ve ne yazık ki ben bunun doğruluğunu her gün biraz daha iyi anlıyorum: "Bazıları hayatı yaşıyor, bazıları ise tüketiyor."
Siz hangisisiniz?
Her gün akşamları evime birbuçuk, hatta bazen iki saatlik berbat ve işkenceli yolculuklardan sonra gidebiliyorum. Neredeyse bütün yolculuğum ayakta geçiyor. Üstelik sıkışıklık da cabası tabii ki. Geçen gün yanımdaki adamın, "1 metrekare alana 20 kişi sığdık, helal olsun" şeklindeki lafını uzun süre unutmam sanırım. Bir de bütün bunların üstüne, havanın sıcaklığı, herkesin terli oluşu, koku, sıcak, nem, vs. derken, o yapılan yolculuğun nasıl bir rezalet, nasıl bir insan-dışılık, nasıl bir sefillik halinde geçtiğini tahmin edebilirsiniz sanırım. Ben ki normalde pek fazla terlemeyen bir insanım, dün akşam eve geldiğimde, resmen terden sırılsıklam olmuştum. İğrenç ötesi bir durumdu tabii ki.
İstanbul güzel şehir... Ama, bu değerlendirmeye eklenmesi gereken o kadar çok "ama" var ki, bütün bu "ama"'ları bir araya getirdiğinizde, artık İstanbul'un güzelliği falan kalmıyor ortalıkta. Aksine, içinde yaşayan insanların birçoğunun sadece ızdırap çekerek günlerini geçirdikleri ve geçirmeye devam ettikleri bir işkence kafesi halini alıyor.
Arkadaşlarımla oturduğumuz zaman kullandığım çok basit bir söz var ve ne yazık ki ben bunun doğruluğunu her gün biraz daha iyi anlıyorum: "Bazıları hayatı yaşıyor, bazıları ise tüketiyor."
Siz hangisisiniz?