15 Eylül 2011 Perşembe

Spor Toto Süper Lig 2011-2012: Sezon Başı Değerlendirmeleri

Spor Toto Süper Lig'in ilk haftası geride kaldı. Sezon başı olması sebebiyle bu yazıda sezon öncesi genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Hafta sonu sadece 4 maçı izleyebildiğim için değerlendirmelerimi de bu dört maçtaki takımlar çerçevesinde yapacağım.

Eskişehirspor - Beşiktaş: Hafta sonu ilk izlediğim maç doğal olarak bu maçtı. Beşiktaş ile ilgili olarak sezon öncesi arkadaşlara yorum yaparken şunu söylemiştim: Beşiktaş büyük ihtimalle geçen sezonun bir nevi devamını yaşayacak; yani, istikrarsız oyunuyla iki ileri, bir geri şeklinde bir performans gösterecek. Beklediğim gibi de oldu ve Beşiktaş ilk maçta mağlubiyetle tanıştı. Beşiktaş bundan sonraki iki maçını kazanabilir, ama ondan sonra tökezlemesi yine an meselesi olacaktır. Bu yorumumu lig süresince Beşiktaş için ben takip edeceğim. Beşiktaş'ın istikrarsızlığının sebebi ile ilgili belki de tek yorumum şöyle: Beşiktaş takım olamıyor. Kadrodaki tek tek isimler bazında belki de ligin en iyi kadrosuna sahip olmasına rağmen, takım olamadığı ve takım ruhu oluşturamadığı için Beşiktaş istikrarı yakalayamıyor.

Eskişehirspor ise takım oyununu sahaya yansıtabildiği ve mücadele edebildiği ölçüde başarılı oldu bence. Bu sene için benim iddiam şu ki; takım oyununu iyi oynayan, hep birlikte mücadele eden takımlar bu sene, sadece yıldızları olan ve bu yıldızlara endeksli olan takımlara nazaran daha başarılı olacaklar. Eskişehirspor da takım oyunuyla önplana çıkan ekiplerden birisi olabilir. Kişisel olarak Alper Potuk yine çok iyiydi. Kris Boyd'un neden oynamadığını bilmiyorum, ama o olmasa bile Mehmet Yıldız ve Batuhan bu sene iyi performans sergileyecek gibi görünüyor.

Manisaspor - Trabzonspor: Trabzonspor geçtiğimiz sezondan birçok önemli oyuncusunu kaybetti ve yeni bir kadro kurarak sezona başladı. Benim görebildiğim kadarıyla Trabzonspor hâlâ takım olabilme sürecini yaşıyor. Takımın Manisaspor karşısında yaşadığı sıkıntıyı da ben buna bağlıyorum. Trabzonspor geçtiğimiz sezonlarda oturtmuş olduğu oyun anlayışını, yeni kadrosuyla yeniden oturtmak zorunda. Bunun için de takımın bir arada olması ve birçok maç yapması gerekiyor. Dolayısıyla ben Manisaspor maçındaki puan kaybını böyle değerlendiriyorum. Trabzonspor'un yeni kadrosu arasındaki uyum arttıkça ve bu kadro, Şenol Güneş'in oyun anlayışını hazmettikçe Trabzonspor yine rahat maçlar oynamaya ve galip gelmeye başlayacaktır.

Manisaspor'un durumu da tam Trabzonspor'un tersiydi. Takım çok az oyuncusunu kaybetmişti ve oyun anlayışı da geçen seneden bu seneye büyük ölçüde aynıydı. Dolayısıyla oturmuş kadro ve oyun anlayışı Manisaspor'un oyunda kalabilmesini ve beraberlik golünü bulabilmesini sağladı bence.

İBB - Galatasaray: Bu maçla ilgili yapacağım yorum da aslında yukarıdaki yorumlarla aşağı yukarı aynı. Bir tarafta senelerdir birlikte oynayan bir takım, oyun anlayışını hazmetmiş bir takım ve o takımı çalıştıran istikrarlı bir teknik direktör var. Diğer tarafta ise yeni bir teknik direktör, yenilenmiş bir kadro ve daha yeni yeni oturtulmaya çalışılan yeni bir oyun anlayışı var. Dolayısıyla kadrolar arasında ne kadar kalite farkı, ne kadar yıldız oyuncu farkı olursa olsun, bence saydığım diğe faktörler maçı kimin kazanacağını kestirebilmek noktasında daha etkili oluyor. Maç sonrasında Fanatik ve diğer gazetelerde oldukça abartılı yorumlar okuduk. Yok işte, daha ilk haftadan revizyon, operasyon, kriz söylemleri... Daha ilk haftadan Baros & Terim kapışması, daha ilk haftadan ipi çekilenler vs. Daha ilk haftadan "Galatasaray'da değişen birşey yok" türünden yorumlar ve değerlendirmeler bence çok abartılı, gereksiz ve saçma değerlendirmeler. Galatasaray'da değişen çok şey var, ama bu değişikliklerin ne yönde bir takım ortaya çıkaracağını görebilmek için biraz daha beklemek gerekiyor. Ben bu noktada Galatasaray'ı Beşiktaş'tan çok daha şanslı görüyorum. İddiam odur ki, Galatasaray önümüzdeki haftadan başlamak üzere, en az 4-5 maçlık bir galibiyet serisi yakalayabilir. Uzun dönemde bence Galatasaray'ın kriz çıkarabilecek en büyük potansiyeli Fatih Terim. Onu da izleyip göreceğiz.

İBB için söyleyecek fazla birşey yok. Webo müthiş bir transfer. Takımın oyun anlayışı artık oturmuş, oyuncular birbirlerini tanıyorlar. Geriye kalan sadece çalışmak, mücadele etmek ve yüksek bir konstantrasyonla her maça aynı derecede önem vererek maçları oynamak. Böyle olduğu takdirde İBB'nin kazandığı başarılar pek de sürpriz sayılmayacaktır. Haftaya oynayacakları Trabzonspor maçı da bence oldukça ilginç bir karşılaşma olacak.

Fenerbahçe - Orduspor: Fanatik gibi gazeteler Galatasaray'ın mağlubiyetini ne kadar abarttıysalar, Fenerbahçe'nin galibiyetini de aynı derecede abarttılar. Fenerbahçe kesinlikle Galatasaray'dan daha iyi bir oyun ortaya koymadı. İBB ve Orduspor'u karşılaştıracak olursak da, Orduspor, İBB'den çok daha organize bir oyun ortaya koydu. Orduspor sadece kapanıp, kontra ataklarla gol aramadı, aksine - elinden geldiği kadarıyla - futbolu bir bütün olarak oynamaya çalıştı. Fenerbahçe'nin eksiklikleri vardı, doğru, ama onlar da olsalardı bence Fenerbahçe bu maçı ancak böyle kazanabilirdi. Fenerbahçe'nin avantajı geçen seneki kadronun ve oyun anlayışının büyük ölçüde korunuyor olması. Fenerbahçe bence uzun vadede başarılı bir performans sergileyebilir, ama ilk maçta farklı bir kırılganlığın ipuçlarını da hissetmedim değil. Bu kırılganlıkla ilgili bazı sezilerim olsa da, daha net yorumlar yapabilmek için Fenerbahçe'nin daha zor rakiplerle oynayacağı maçları beklemek gerekecek sanırım. Bu haftaki Gaziantepspor maçı da bu açıdan iyi olabilir.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Trabzonspor için Çılgın Proje

Bir sezonu daha geride bıraktık. Trabzonspor topladığı 82 puana rağmen, averajla ligi ikinci bitirdi. Bu durumun bizatihi kendisi çok kötü olmamakla birlikte, işlerin kötüye gideceğini söylemek zor değil. Trabzonspor'un makro anlamda birçok ciddi sorunu var, ama bütün bu sorunların temel bir kökeni var ki, o da Trabzonspor'un Trabzon şehrinde olmasıdır. Şimdi bu durumun oluşturduğu sorunları, maddeler halinde ve kısa kısa açıklamaya çalışayım. Dolayısıyla benim Çılgın Projem çok basit: Trabzonspor futbol takımı, bir an önce İstanbul'a taşınmalıdır.

Trabzonspor'un özellikle Trabzon'da yaşayan taraftarları futbol takımı için büyük bir sorun. Bu taraftarlar sabırsız, ümitsiz, hedefsiz ve belki biraz ağır olacak, ama fair-play kültürü, genel kültür, eğitim vs. gibi açılardan oldukça yetersiz. 

Taraftarla ilgili sorunlardan, "Trabzonspor'un En Büyük Sorunu Taraftar" (http://farklipencere.blogspot.com/2011/01/trabzonsporun-en-buyuk-sorunu-taraftar.html) başlıklı yazımda da uzun uzadıya bahsettim. O yüzden burada bunları tekrar etmeyeceğim, ama ligin ikinci yarısının daha başında, Ankaragücü maçında Burak'ı yuhlayan taraftarları henüz unutmadım. Bu insanlar artık orta yaşlarını çoktan geçmişler; ne hayattan, ne futbol takımından bir beklentileri kalmış. Hayata ilişkin bütün heyecanlarını, arzularını, gayelerini kaybetmişler. Maçlara gidip, çekirdek çitletmek, küfür etmek, futbolculara hakaret etmek, tiyatro seyreder gibi maç seyretmek dışında pek bir amaçları kalmamış. Trabzon'da arkadan gelen yeni ve genç bir nesil de var tabii ki, ama bunların sayısı henüz çok az ve çok da örgütlü değiller. Tribünleri domine edebilecek bir güce ve nüfuza sahip değiller.

Trabzon şehri küçük bir şehir ve küçük olduğu için nüfus gücü, ekonomik gücü de oldukça sınırlı. Bu kriterler açısından karşılaştırıldığında Bursa, Gaziantep vs. gibi şehirlerin dahi epey gerisinde kalan bir şehir Trabzon. Ekonomisi küçük olan şehrin futbol takımının sahip olduğu ekonomi de küçük oluyor. Trabzonspor'un forma vs. satışlarından gelen gelirlerine bakalım, ya da stattan gelen gelirlere bakalım, durumun vehametini anlayabiliriz. Avni Aker stadı bu sene en dolu olduğu maçlarda 15.000-16.000 civarındaydı.

Şehrin küçük olması sosyal hayatı da etkiliyor ve bu da tabii ki futbolcuları etkiliyor. Sosyal hayatın kısırlığı, şehrin küçüklüğü ve belki de muhafazakarlığı yerli futbolcular için sorun oluştururken, aynı sorunlar ve bunlara ilave olarak yabancı dilde eğitim yapan okulların olmayışı da yabancı futbolcular için sorun teşkil ediyor. Selçuk, Umut, Egemen takımdan ayrıldılar ya da ayrılmak üzereler ve bu oyuncular takım kötü olduğu için, takım kalitesiz olduğu için ayrılmak istiyor değil. Bu futbolcuların ayrılmak isteyişinde şehrin küçüklüğünün etkisini de düşünmek gerek. Jaja, Colman ve Cale gibi oyuncuların durumunun da ne olacağı belirsiz. Takımın boş günü geldiğinde bütün oyuncular şehirden kaçmak için can atıyorlar.

Trabzon şehrinden kaynaklanan bu ve bunlar gibi daha onlarca irili-ufaklı sorun var ve bütün bu sorunlar futbol takımını olumsuz olarak etkiliyor. Dolayısıyla bu noktada Trabzonspor'un önünde iki tercih var gibi görünüyor. Birinci tercihe göre Trabzonspor büyük takım olmayı bırakacak ve küçük şehirle beraber küçülmeyi kabul edecek. Bu şekilde futbol takımı şehrin gerçekleriyle yüzleşecek, bunları kabullenecek ve artık hedeflerini küçültecek ve sıradan bir orta sıra takımı ya da 5.'lik, 6.'lık için mücadele eden bir takım haline gelecek.

İkinci tercihe göre ise - ki bu noktada benim de Çılgın Projem ortaya çıkıyor - Trabzonspor büyük takım olmaya devam etmek isteyecek, ama o zaman bunun için gerekli olan hamleleri yapmaktan da kaçınmayacak. Peki, nedir bu gerekli hamleler? Bence bu noktada tek ve esaslı bir hamle var Trabzonspor'un yapması gereken, o da futbol takımını İstanbul'a taşımak. Eğer Trabzonspor bu hamleyi yapmazsa orta ve uzun vadede şehirle beraber küçülmek ve küçük bir takım haline gelmesi kaçınılmaz bence.

Peki, futbol takımını İstanbul'a taşımak ne demek ve bu nasıl yapılabilir? Aslında çok basit bir olay, ama bunun için gerekeli olan en elzem şey, irade. Trabzonspor'un İstanbul'da zaten hali hazırda 50-60.000 civarında taraftarı var. Bu taraftarlar, Trabzon'dakilerin aksine, futbol takımına aç, genç, heyecanlı, arzulu, istekli insanlar. Bu insanlar takım için maçlara gitme, para harcama, kombine satın alma, forma satın alma vs. gibi konularda hem ekonomik olarak hem de psikolojik olarak daha uygunlar. Bu insanların genel kültür seviyesi, fair-play kültürü seviyesi, eğitim seviyesi daha yüksek.

Trabzonspor bir an önce Akyazı projesinden vazgeçmeli ve İstanbul'a bir stad yapmalı. Bildiğimiz gibi, İstanbul'un iki yakasına, iki yeni şehir kurulacak. Trabzonspor da isterse buralara, ya da isterse mevcut şehir içerisinde uygun bir yere stadyumu kurabilir. 50-60.000 kişilik modern bir stad, futbol takımının, İstanbul'un büyük kulüpleriyle rekabetine büyük destek olacaktır.

Takım İstanbul'da olduğu için, kaliteli, isim yapmış yabancı oyuncuların getirilmesi noktasında sıkıntı yaşanmayacaktır. Yerli oyuncular, sırf şehirden dolayı başka kulüplere gitmek istemeyeceklerdir. Trabzonspor, Anadolu'dan çıkan yıldız yerli oyuncular için de güçlü bir çekim merkezi, güçlü bir alternatif olacaktır.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Son Üç Haftaya Girerken...

Bundan yaklaşık iki ay kadar önce, 7 Mart tarihinde yayınlanan yazımda, 24. hafta itibariyle ligin o anki durumuna ilişkin bazı değerlendirmelerde bulunmuştum. Şampiyonluk yarışının nasıl sonuçlanabileceğine, Uefa'ya hangi takımların gidebileceğine ve Türkiye kupasına ait bazı öngörülerde bulunmuştum. Şimdi gelin, bu öngörülerden ne kadarı gerçekleşmiş onu bir değerlendirelim ve sonra da ligde kalan son üç haftaya ilişkin bazı yeni öngörülerde bulunalım.

Şampiyonluk yarışı ile ilgili olarak 7 Mart'taki yazımda, Fenerbahçe ve Trabzonspor'un birbirlerini takip ederek yaşayacakları dört haftalık zorlu bir maratona (Galatasaray, Bursaspor, Eskişehirspor, Gaziantepspor) işaret etmiş ve takımların bu dört haftadaki performanslarının şampiyonluk düğümünü çözebileceğini söylemiştim. Fenerbahçe bu zorlu dönemeci, 3 galibiyet, 1 beraberlik ile geçti. Fenerbahçe, Galatasaray, Eskişehir ve Gaziantep'i yenerken, Bursaspor ile evinde berabere kaldı. Trabzonspor da aynı seriyi yine 3 galibiyet ve 1 beraberlik ile geçti. Trabzonspor da Galatasaray, Bursaspor ve Gaziantep'i yenerken, Eskişehir ile berabere kaldı. İki takım da bu süreci aynı performansla tamamlayınca, bu dört haftalık maratonun, şampiyonluk düğümünün çözülmesine aslında pek de bir etkisi olmamış oldu.

Kupaya ilişkin öngörüm de pek gerçekleşmedi diyebilirim. Kupayı Gaziantepspor'un alacağını öngörmüştüm, ama Gaziantep yarı-finalde Beşiktaş'a elendi ve şansını yitirdi.
Bursaspor'un şampiyonluk şansının sürdüğünü, ama artık toparlanmalarının da zor olduğunu söylemiştim. Bu öngörüm biraz gerçekleşti diyebilirim. Bursaspor içinde bulunduğu bunalımdan çıkamadı ve iki ileri, bir geri giderek şampiyonluk yarışının çok uzağında kaldı.

Uefa ligine katılma ile ilgili olarak, Gaziantepspor ve Bursaspor'u şanslı gördüğümü söylemiştim. Gaziantepspor'un mevcut performansıyla Kayserispor'u geride bırakacağını söylemiştim. Öyle de oldu. "Gaziantep yakaladığı bu ivmeyi sürdürürse, bir ihtimal üçüncülüğü bile zorlamaya başlayabilir." demiştim. Şu an Bursaspor'la aradaki 3 puanlık fark hâlâ sürüyor, ama Gaziantepspor'un üçüncülük şansı devam ediyor.

Gördüğünüz gibi son on haftaya yönelik öngörülerim yarı yarıya gerçekleşti diyebilirim. Şimdi gelin, son üç haftaya ilişkin de bazı öngörülerde bulunalım.

Türkiye kupasıyla ilgili olarak finalde ilginç bir eşleşmeyle karşı karşıyayız. İstanbul B.B.'nin karşısında başka bir büyük takım olsaydı, aslında o büyük takımın kupayı rahat rahat alabileceğini iddia edebilirdim, ama nedense Beşiktaş'ın İstanbul B.B.'ye karşı değişik bir kırılganlığı var. O yüzden bu maçın bir favorisinin olduğunu düşünmüyorum. Fakat yine de bir tahminde bulunmak gerekirse, kupayı Beşiktaş'ın alacağını söylemek istiyorum.

Lig üçüncülüğü ve dördüncülüğü ile ilgili olarak mevcut sıralamanın değişmeyeceğini düşünüyorum. Bursaspor'un da, Gaziantepspor'un da son üç haftada zorlu maçları olacak. İki takım da puan kaybedebilir, ama sonuçta sıralamanın değişmeyeceğini düşünüyorum.

Şampiyonluk yarışına gelecek olursak, Fenerbahçe'yi daha şanslı görüyorum. Şahsen Fenerbahçe'nin bir ihtimal İstanbul B.B. maçında takılabileceğini düşünüyorum, fakat bu olmadı. Karabükspor maçının da Fenerbahçe açısından çok zor geçeceğini sanmıyorum. Sonra evlerinde oynayacakları Ankaragücü maçını da kazanacaklarını düşünüyorum. Eğer yarış yine son haftaya kalırsa, deplasmandaki Sivas maçı çok ilginç olabilir. Son üç haftada Trabzonspor'un da pek sorun yaşayacağını zannetmiyorum. Bucaspor ve İstanbul B.B. maçları görece kolay geçecektir.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Spikerler, Yorumcular, Süper Ligin Kalitesi

Geçtiğimiz sene Milliyet gazetesinden Ali Eyüboğlu, "Maç Spikerleri Tarafsız Olmalı" başlığıyla bir yazı yayınlamıştı. Bu yazıya daha önce ben de değinmiştim. Bu yazıda ise bu durumun bu seneki yansımalarından biraz bahsetmeye çalışacağım.

Bu sene de maçı anlatan kişilerin tarafgirliklerinde herhangi bir değişiklik olmuş değil. Spikerler yine "büyük" takımların bir taraftarıymış gibi maç anlatmaya ve bu şekilde para kazanmaya devam ediyorlar. Bu davranışın yansımalarını bir "büyük" takımla diğer takımlar maç yaptığında açıkça görebilirsiniz. Maç, hep büyük takımın zaviyesinden yorumlanır. Mesela maç berabere devam ediyorsa ya da büyük takım o anda mağlupsa, bu takımın nasıl gol atabileceği, nasıl beraberliği yakalayabileceği, nasıl öne geçebileceği üzerine kafa yorulur. Yorumcular, büyük takımın teknik direktörünün ne tür taktiksel değişiklikler yapması gerektiği, oyuncu değişikliklerini nasıl yapması gerektiği hakkında beyin fırtınası yaparlar. Büyük takım  atağa kalktığında ya da gol attığında abartılı bir sevinç yaşarlar. Aslında bu tür davranışların, sonuncusu hariç, yapılıyor olması çok da anormal değildir. Maçı anlatanlar, hem maçı anlatabilirler, hem de maçla ilgili yorumlar yapabilirler. Bu yorumları maçın anlatışını zenginleştirir ve güzelleştirir; maçı izleyene de daha farklı bir zevk verir. Burada anormal olan ise bizde bu davranışın sadece büyük takımlar lehine yapılıyor olmasıdır. Bir nevi küçük takımlar, büyük takımların karşısında yenilmesi gereken kuklalar gibidirler.

Fakat sorun sadece maçı anlatanlarla da sınırlı değil. Maçları yorumlayanlar açısından baktığımızda da durum pek farklı değil. Değişik kanallarda pek çok yorumcu var, ama içlerinde büyük takımların sesi dışında ses olabilecek - ki bu yorumcular arasında Trabzonspor'u bile yorumlayan kimse yok - neredeyse kimse yok.  Lemi Çelik bir kanalda bir programda yorumcu olarak bulunuyor, ama onun da sesinin gücü çok sınırlı kalıyor. Rıdvan Dilmen, Sergen Yalçın, Mustafa Doğan, Hakan Şükür ve Metin Tekin gibi yorumcuların hangi takımları tuttuğunu zaten biliyoruz. Bunun dışında Erman Toroğlu, Ahmet Çakar gibiler de var. Yayıncı kuruluşun programında bile aynı tutumun yaşandığını söyleyebiliriz. Bu yorumcular arasında ise özellikle Rıdvan Dilmen hakkında biraz yorum yapmak istiyorum.

Rıdvan Dilmen bu zamana kadar yorumlarını beğenerek izlediğim, yorumlarına değer verdiğim biriydi. Fakat ne zamanki takım arkadaşı Aykut, Fenerbahçe'nin başına geçti, Rıdvan varolan bütün objektifliğini yitirdi. Rıdvan daha önceden de asıl olarak Fenerbahçe yorumcusuydu; bunu biliyoruz. Yeri geldiğinde Beşiktaş ve Galatasaray'ın da maçlarını yorumlardı. Ama bu yorumlarında genelde Fenerbahçe'nin eksik taraflarına, neler yapması gerektiğine yönelik tavsiyelerde ve eleştirilerde bulunurdu. Bu yaptığı da aslında normal karşılanabilir. Ama bu sene, Rıdvan bunun ötesine geçmeye ve artık Fenerbahçe'nin şampiyonluktaki rakiplerine - önceden  rakipler hem Bursaspor, hem Trabzonspor'du - yönelik psikolojik mücadelenin içinde yer almaya başladı. Rıdvan sürekli olarak Trabzonspor'un kötü oynadığından, yakında takılacağından ve puan kaybedeceğinden, tribün baskısından, oyuncular üzerindeki stresin artacağından vs. bahsetmeye başladı. Geçtiğimiz hafta oynanan Trabzonspor - Konyaspor maçının ardından ise Rıdvan, Trabzonspor'un böyle oynaması halinde Galatasaray'a 3-0 kaybedeceğini söyledi. Bu bence artık aşırılığın son aşamasıydı.

Evet, maçı anlatanlar maç hakkında, takımlar hakkında, taktikler, oyuncu değişiklikleri hakkında yorumlar yapabilirler, hatta yapmalıdırlar, ama yayıncı kuruluş her maça, oynayan iki rakip takımı tutan iki spiker koyabilir. Koskoca 70 milyonluk Türkiye'de bu tür maç anlatıcıları bulunabilir. Bunun dışında hem Maraton programı, hem de maç sonrası yorum yapan diğer spor programları yorumcu kadrolarını biraz daha genişletebilir ya da yorumcu çeşitliliğini arttırabilir. Bursaspor geçtiğimiz sene bir devrim yaparak şampiyon oldu, ama hâlâ yorumcular arasında Bursaspor adına yorum yapan birisi yok. Trabzonspor adına yorum yapan ise sadece Lemi Çelik var. Artık en azından Bursaspor, Trabzonspor, Gaziantepspor, Kayserispor ve Eskişehirspor gibi takımların yorumcuları da bu programlara katılmalı. Geçtiğimiz hafta sporda şiddetin önlenmesine ilişkin Meclis'te kabul edilen yasa, Türkiye'de genel olarak sporun, özelde de futbolun kalitesinin arttırılması anlamında önemli bir gelişme. Ancak kalitenin arttırılmasında yayıncı kuruluşa, maçları anlatan kişilere, maç yorumları yapan programlar yayınlayan televizyon kanallarına ve tabii ki yorumculara da düşen önemli görevler var. Bunların hepsine dikkat edilirse daha kaliteli ve daha adil bir futbol mücadelesi izleyebileceğimizi düşünüyorum.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Trabzonspor - Antalyaspor Maçı Analizi

Şimdi, dilimiz döndüğü kadarıyla bu maçla ilgili de birkaç şey söylemeye çalışalım:

Trabzonspor'un - bu belki diğer birçok takımda da böyle - basit bir oyuna başlama kurgusu var. Buna göre, kaleci topu stoperlere atıyor; stoperler, orta sahanın gerilerine gelen Selçuk'u buluyorlar. Selçuk oyun kurmaya çalışıyor. Orta sahanın biraz ilerisinde ise Jaja oynuyor. Selçuk, eğer durum müsaitse, genelde topu Jaja'ya oynuyor ve Jaja da duruma göre isterse dikine kaleye doğru ilerliyor, isterse rakip sahada ver-kaçlara girmeye çalışıyor, isterse kaleye şut çekiyor, isterse topu kanatlara gönderiyor, vs.

Yani kısaca, top kaleciden stoperlere, onlardan Selçuk'a, ondan Jaja'ya gidiyor ve Jaja'dan sonra da değişik hücum organizasyonları denenmeye çalışılıyor. Oyun kurmaya yönelik bu kurgu gayet basit, evet, ama bu sistem zaten genelde de uygulanan sistem. (Bkz. Emre & Alex - Aurelio - Guti, vs.)

Oyunun kurulması süreci bu kadar basit olunca, onu engellemeye çalışmak da gayet basit olabiliyor. Buna göre Antalyaspor, Trabzonspor'un oyun kurmasını engelleyebilmek için orta sahada iki kademeli bir sıkıştırmaya dayalı bir presle oynadı. Buna göre, ilk pres, topu orta sahanın en gerisinde alıp oyun kurmaya çalışan Selçuk İnan'a yapıldı. Selçuk, kendisine yapılan bu yoğun pres neticesinde oyun kurmada çok da başarılı oldu denilemez. Eğer oldu da top Jaja'ya geldiyse, bu sefer ikinci kademe pres Jaja'ya yapıldı. Dolayısıyla Antalyaspor, Trabzonspor'un oyunlarının birçoğunu daha başlamadan bitirmeyi amaçladı ve bunda da genelde başarılı oldu.

Antalyaspor bunda neden başarılı oldu? Burada karşılaştırmalı bir analiz yapılabilir:

1) Antalyaspor'un orta sahadaki presçi oyuncularının dinç ve mücadeleci oyunculardan oluşması: Selçuk ve Jaja'ya yapılan pres ve tatlı-sert müdahaleler maç boyunca aynı şiddette devam etti denilebilir. Belki sadece son 10-15 dk. bu presçi oyuncuların yorulmasıyla Antalyaspor'un oyunu daha geride kabul etmeye başladığını gördük, ama bu sürede de Trabzonspor pek üretken olamadı.

2) Trabzonspor'un oyun kurucularının yetersizliği: Burada Selçuk ve Jaja'yı yetersiz oyuncular olarak nitelendirmiyorum tabii ki, ama söylemeye çalıştığım, bu iki oyuncunun, kendilerine yapılan bu yoğun pres karşısında yetersiz kalışları. Peki, ne yapılabilirdi? 

a) Bu tür durumlarda aslında size pres yapan oyuncuları geçmek için birkaç kez hamle yapmanız oyunun gidişatı açısından size bir avantaj getirebilir. Buna göre, rakip oyuncuyu geçmeye çalışırken faule maruz kalabilirsiniz. Eğer olur da size pres yapan oyuncu bu faullerden birinde sarı kart görürse, bu onun oyun boyunca daha az saldırgan olmasını sağlar. Sarı kart görmese dahi, 2-3 faulden sonra, rakip oyuncunun presindeki şiddetin gücü azalacaktır.

b) Selçuk topla oynamada, oyun kurmada zorlanıyorsa, o zaman Colman'ın Selçuk'a yakın oynaması gerekir. Bu sayede, Selçuk kendisine pres yapıldığı zaman Colman'a oynayabilir. Selçuk topu ver-kaçlarla alabilir ve rakibinden kurtulabilir.

c) Oyun, uzun toplarla başlatılabilir. Ya da top, kanatlara taşınarak, oyunun kanatlardan devam etmesi sağlanabilir. Bu iki alternatif pek verimli olmasalarda, oyun içerisinde denenmeleri gerekir. Eğer başarı getirirlerse, bu durum rakibin kanatlara da dikkat etmesine neden olacaktır.

Bu sorunun dışında şu noktalara da değinilebilir: Umut 5 resmi maçtır gol atamıyor. Tamam, Umut'a çok da pas gelmiyor, ama sonuçta pas geldiği maçlarda da pek verimli olamadı. O yüzden, artık Umut'u biraz dinlendirmenin vakti geldi. Ayrıca ben Umut'un, oyuna sonradan girdiği maçlarda daha faydalı olduğunu düşünüyorum çünkü Umut son vuruş golcüsü, bitirici golcü değil. Umut, yıpratıcı, defansı zorlayıcı ve çok mücadele eden bir golcü. O yüzden maçın sonlarına doğru, yorulmuş defans oyuncularına karşı girmesi bence Trabzonspor için daha faydalı olur. Umarım Şenol Güneş Manisaspor maçına Pawel Brozek ile başlar.

23 Ocak 2011 Pazar

Trabzonspor'un En Büyük Sorunu: Taraftar

Trabzonspor - Ankaragücü maçının analizi çeşitli boyutlarda yapılabilir; ama benim ilk etapta yoğunlaşmak istediğim boyut taraftar boyutu çünkü ben Trabzonspor'un en önemli sorununun, takımın başarısının hatta şampiyonluğun önündeki en önemli engelin taraftar olduğunu düşünüyorum.

Öncelikle Trabzonspor taraftarıyla kimleri kastettiğime bir açıklık getirmem gerek çünkü kocaman bir kütleyi toptan eleştirmek, suçlamak pek sağlıklı olmaz. Benim kastettiğim ve eleştirdiğim kesim daha ziyade eski nesil: Yani 40 ve üzeri yaşlarda olan grup. Bu nesil şampiyonluk görmüş olup, kafa, zihniyet, dünyaya bakış, futbol anlayışı gibi noktalar çerçevesinde hâlâ 1980'lerde kalmış bir nesil bence. Liglerde şikenin kol gezdiği, siyasetin, paranın, gücün futbola etki ettiği ve sonucu belirlediği, şampiyonluğun böyle süreçler sonucunda alındığı, mafya-vari ilişkilerin, kabalığın, vulgarlığın hâkim olduğu bir dönem bu. Bu nesil de böyle bir Türkiye'de, böyle bir altyapıda sosyalleşmesini gerçekleştirmiş bir nesil. Onların şu anda da dünyaya bakışlarını, futboldan ne anladıklarını belirleyen en önemli faktör bu altyapı. Onların gözünden baktığınızda bugün olanlar şöyle yorumlanıyor:

1) Şampiyon olmak isteyen takım her maçını kazanmalıdır. Bir maç dahi kaybetmemelidir. Hatta kaybetmek ne kelime, berabere bile kalmamalıdır. Bütün maçlar kazanılmalıdır.

2) Hakemler satın alınabilecek varlıklardır. Parayı veren düdüğü çalar. Hangi başkan ekonomik olarak daha güçlüyse, o başkan araya girip, istediği hakemi satın alabilir. Trabzonspor hakem hatasından puan kaybederse bunun açıklaması böyledir.

3) Siyaset ve siyasetçiler futbolu etkiler. Eğer yukarılarda Trabzonspor'lu "büyüklerimiz" varsa, şampiyonluk geliyor demektir.

4) Küfür serbesttir. Futbolculara hakaret etmek taraftarın en doğal hakkıdır.

5) Bu nesil, bilete verdiği 30-40 TL ile sanki bütün stadı, futbolcuları ve hatta teknik direktörü satın aldığını düşünür ve oturduğu yerden maça, oyunculara, teknik direktöre, futbola bu zihniyetle bakar. Dolayısıyla kendince gördüğü her yanlış pasta, her yanlış vuruşta futbolcuya, her yanlış taktikte teknik direktöre hakaret edebilmeyi, küfredebilmeyi kendisinin hakkı olarak görür. Verdiği 30-40 TL ile stadı da satın aldığını düşündüğü için koltukları kırmakta, etrafına zarar vermekte, yerlere tükürmekte ve çekirdekleri yerlere atmakta serbest olduğunu düşünür.

6) Futbolda olduğu gibi insanlar arasındaki ilişkilerin de güç, para, şiddet, şike, hile, yalan vs. gibi araçlarla yürüdüğünü düşünür. O yüzden stada girdiğinde ister kendi takımının taraftarı olsun, ister rakip takımın taraftarı, onlara hep bu gözlükler çerçevesinde bakar. Stada girdiğinde biletinde yazan numaraya değil de, istediği yere oturabileceğini düşünür. Oturduğu koltuğun sahibi geldiğinde ona kabadayılık taslar. Eğer iş ileri giderse tehdit eder, güç kullanır, dövmeye kalkar. Kabalıkla, barbarlıkla başkalarının haklarını gaspedebileceğini ve meseleleri bu şekilde çözebileceğini düşünür.

Liste daha uzatılabilir, ama bu tür insanlar hakkında düşünmek, konuşmak ve yazmak bile midemi bulandırıyor. 6-7 sene öncesinde futboldan soğumama neden olan bu tür insanlar ve onların futbola, dünyaya, hayata, diğer insanlara bakışlarıydı. İki sene önce işlerin biraz daha düzeldiğine kanaat getirerek tekrar futbola ısınmaya başladım, ama Ankaragücü maçının son anlarında Burak'ı ıslıklayan kendini bilmezleri gördüğümde kanın beynime sıçramasıyla tekrar başladığım yere döndüm diyebilirim. Ama bu sefer bırakıp gitmeyeceğim. Bu sefer ben de elimden geleni yapacağım. Yazarak, kendi görüşlerimi ifade ederek meydanın boş olmadığını göstereceğim. Sadece ben değil; benim gibi düşünen herkes. Bunu yaparken de, Burak'ın ligin ilk yarısında ne kadar iyi oynadığından, kaç gol attığından falan bahsetmeyeceğim. Bunların hiçbirini yapmayabilirdi de ve yine de o tribünde koltuğunda rahat rahat oturan, çekirdek çitleten, tiyatro seyreder gibi maç seyreden ve kendisini taraftar zanneden varlıkların yuhlamalarını, ıslıklamalarını haketmezdi. O bir insan, o bir futbolcu; o çıktı ve mücadelesini yaptı, elinden geleni yaptı. Kimsenin, verdiği 30-40 TL ile başkasına hakaret edebilme hakkını da satın aldığını, bir futbolcuyu isterlerse yuhlayarak toplu linçe uğratabileceklerini düşünmeye hakkı yok. Bunu o kişiler henüz bilmiyor olabilirler, ama öğrenecekler! Bu takımın, onların babalarının malı olmadığını öğrenecekler. Beğenmiyorlarsa, izlemesinler, maçlara gelmesinler. Böylesi Trabzonspor için çok daha yararlı olur. Kimsenin, onların yuhalamalarına, oturdukları yerden maç izlemelerine, çekirdek çitletmelerine, tatminsizliklerine, beğenmezliklerine ihtiyacı yok. Onlar evlerinde oturup, kendi hallerine üzülsünler; bu onlara yeter de artar bile.

21 Ocak 2011 Cuma

Ligde İkinci Yarı Başlarken: Genel Değerlendirme

Bir önceki yazıda sadece Trabonspor'u değerlendirmiştim. Bu yazıda ise, ligin ikinci yarısı başlarken takımlara ilişkin genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Kanaatimce ligin ikinci yarısı gerçekten kıran kırana bir mücadele içerisinde geçecek. Birçok takım kadrosunu güçlendirdi, oyun anlayışını geliştirmeye ve mücadele gücünü arttırmaya çalıştı. Bu gelişmelerine sahaya çok ciddi bir mücadele şeklinde yansıyacağını düşünüyorum. Bu noktada bazı takımlar diğerlerinden biraz daha öne çıkıyor; şimdi onlara biraz daha yakından bakalım.

Ankaragücü: Ankaragücü'nün zaten oldukça iyi bir kadrosu vardı. En azından kağıt üzerinde kadro gerçekten iyiydi, şimdi devre arasında Fatih Tekke, Sedar Özkan, Ergin Keleş gibi önemli oyuncular alındı. İlk yarı sakat olan Vittek'in de ikinci yarıda sahada olacağını düşünüyorum. Ümit Özat ilk yarıdaki açık futbol anlayışını biraz daha geliştirebilirse ve Ankaragücü takım oyununu daha iyi oynayabilirse, bence Ankaragücü çok iyi yerlere gelebilir.

Antalyaspor: Antalyaspor devre arasında az transfer yapanlardan, ama Antalyaspor'un da kendine has oturmuş bir oyun düzeni var. Bu oyunlarını daha da sağlamlaştırmaları halinde, bence ikinci yarıda daha yukarı sıraları zorlayacaklardır.

Beşiktaş: Beşiktaş şu an yıldızlar topluluğu gibi. Herkesin kafasındaki soru, bu kadronun iyi bir takım oyunu sergileyebilip sergileyemeyeceği. Eğer sergilerlerse, gerçekten durdurulması çok zor bir takım olurlar. Yok eğer yıldızlara bağlı bir takım olurlarsa, yine ilk yarıdaki gibi iki ileri bir geri performansı izleyebiliriz Beşiktaş'tan.

Bursaspor: Bursaspor aynen bir timsah gibi sessiz ve derinden yürüyüşünü sürdürüyor. Santrafor noktasında sıkıntıları vardı ve onu da Miller'ı alarak çözmeye çalıştılar. Miller'ı şahsen çok izlemedim, ama sonuçta kariyeri ortada olan bir oyuncu. Eğer uyum sağlarsa, Bursaspor'a çok büyük katkı yapacaktır. Bursaspor'un zaten oturmuş bir oyun düzeni var; gol yollarındaki sıkıntılarını da aşarlarsa, yine zirvenin en büyük adaylarından biri olacaklardır.

Galatasaray: Galatasaray da ara transferde epey oyuncu aldı. Ben açıkcası Culio'yu çok beğendim. Yıldızlığına ya da yıldız olmamasına diyecek bir lafım yok, ama bence Galatasaray'a çok önemli katkıları olacak. İyi bir takım oyuncusu, pasları güzel, hücumu seviyor ve oyunu sürekli ileriye doğru oynuyor. Galatasaray gol yollarındaki sıkıntısını da Stancu ile giderirse, ikinci yarı daha iyi bir Galatasaray izleyebiliriz.

Kayserispor: Bence ikinci dönemin en flaş takımı Kayserispor olacak. Sakat oyuncular ikinci yarı takıma geri dönecek. Onlara bir de Ziani, Amrabat ve Kujovic katılıyor. Kadro zenginliği ve kalitesi anlamında Kayserispor gerçekten sınıf atlamış olacak. Şampiyonluğu dahi kovalayabileceklerini düşünüyorum.

Fenerbahçe: Fenerbahçe'nin ikinci yarıda performansının düşeceğini düşünüyorum. Fenerbahçe'de kadro kalitesi anlamında bir sıkıntı yok, ama Fenerbahçe'de oyuncu, teknik kadro ve yönetim arasındaki ilişkiler anlamında sıkıntılar var. Bunlar oyunu da etkilerse Fenerbahçe için ikinci yarı zor geçebilir.
Bunların dışında Karabükspor, İstanbul Büyükşehir Belediyespor, Eskişehirspor, Gaziantepspor ve Manisaspor'un da lige çok zevk ve renk katacaklarını düşünüyorum. Bu sene üst sıraları yoğun, ilk 10'u için ise çok çok yoğun bir mücadelenin yaşandığı bir lig izleyeceğimizi düşünüyorum. İlk 5'i ve ilk 10'u zorlayabilecek takımların fazla olması; kadrolar arasındaki kalite ve zenginlik farkının giderek azalması; ve oyun kaliteleri ve mücadele güçlerinin giderek daha iyi olması ligi ikinci yarıda çok daha çekişmeli hale getirecektir diye düşünüyorum.

Bekleyip, göreceğiz. :)

20 Ocak 2011 Perşembe

Ligde İkinci Yarı Başlarken: Trabzonspor

Uzun bir aradan sonra tekrar yazıyorum. Bu yazıda, ligin ikinci yarısına başlarken takımları genel bir değerlendirmeye tabi tutacağım. İlk olarak bu yazıda Trabzonspor ile başlayacağım. Ardından diğer yazıda ise diğer takımları değerlendirmeye çalışacağım.

Trabzonspor'un zaten oturmuş bir kadrosu vardı. Genel olarak bilindiği gibi, takımın bir santrafor ve bir sol açık ihtiyacı vardı. Santrafor konusunda Pawel Brozek ve Mehmet Çakır transfer edildi. Pawel Brozek'i henüz canlı olarak izleme şansımız olmadı, ama Youtube'da attığı gollerden görebildiğim kadarıyla şunu söyleyebilirim. Evet, Brozek yetenekli bir oyuncu, ama görebildiğim kadarıla oyun stili Umut'a çok benziyor. Yani kaleyi karşısına alıp oynamayı tercih eden bir oyuncu izlenimi aldım izlediğim videolardan. Genelde defans arkasına atılan ara paslarına ve uzun paslara yaptığı koşularla ve kaleciyle karşı karşıya kalarak attığı golleri gördüm. Trabzonspor'a tabii ki katkı sağlayacaktır, ama bence sırtı kaleye dönük oynayabilen bir santrafor olsa daha iyi olurdu. Tabii Brozek'in böyle olup olmadığını da henüz bilmiyoruz; sadece birkaç videodan yorum yapmak doğru olmaz, bekleyip göreceğiz. Mehmet Çakır için ise değerlendirme yapamıyorum, çünkü tanıdığım bir oyuncu değil. Ama nedendir bilemiyorum, Mehmet Çakır bana Brozek'ten daha fazla güven veriyor. Yalnız, Mehmet Çakır transferi yapılmışken insan Murat Tosun'u hatırlamadan da edemiyor. Şenol Güneş'in, "asıl Q7 bizde" tarzı açıklamalar yaptığı bir oyuncuyu bu kadar kolay bir şekilde kiralık vermesini anlayamamıştım açıkcası. Şimdi de Mehmet Çakır'ın, Murat Tosun'dan çok daha olağanüstü bir oyuncu olduğunu sanmıyorum. O yüzden Murat Tosun ta en başından kiralanmasaydı, belki şu anda Trabzonspor'da çok daha iyi bir durumda olurdu. Bildiğim kadarıyla kiralandığı Konyaspor'da da pek forma şansı bulamadı. Aynı durum sol açık olarak transfer edilen Piotr Brozek konusunda da geçerli. Sene başında orada oyanayan kendi oyuncumuzu, Gabriç'i, kiralık vermeseydik, bugün hem Gabriç daha iyi bir durumda olabilirdi, hem de bütün bir ilk yarı boyunca sol açık sıkıntısı çekmezdik. Tabii ki yeni transferlerin takıma katkılarının olmasını istiyorum, ama sonuçta planlama konularında bazı yanlışlıklar yapılmış gibi de görünüyor.

Trabzonspor'un kalede ciddi bir sorun yaşayacağını sanmıyorum. Defansta Egemen'in sakatlığı moral bozucu olabilir, ama Glowacki'nin dönüşüyle defansta da herhangi bir sıkıntı olacağını sanmıyorum. Üstelik Egemen oldukça güçlü bir oyuncu, dolayısıyla kısa zamanda takıma dönecektir. Trabzonspor'un bence transfer ihtiyacı duyduğu bir alan daha vardı, ki o da orta sahaydı. Fizik gücü yüksek, çok koşan, pres yapan, tabiri caizse Ernst gibi bir oyuncuya ihtiyacı var Trabzonspor'un. O yüzden Danimarka'lı Kahlenberg'in alınmasını ben isterdim. Aslında Trabzonspor'un elinde Barış Ataş, Sezer Badur gibi oyuncular var, ama ilk yarı boyunca pek şans bulamadılar ve bu oyuncuları tam olarak tanıyamadık. Özellikle Selçuk ile Colman tarzında ve onların yaptıklarını yapabilecek bir oyuncu alınması iyi olurdu - yani oyunu iki yönlü olarak oynayabilen bir oyuncu. Evet, Barış, Sezer ve Ceyhun iyi oyuncular, ama göründüğü kadarıyla oyunu tek taraflı oynayabiliyorlar.

İleriye gelince ise, Trabzonspor'un santrafor olarak çok etkili oyuncusu bence yok. Umut'u zaten biliyoruz. Yukarıda da yazdığım gibi Pawel Brozek da Umut'a benzer bir oyuncu gibi. Belki Umut'tan yetenek anlamında daha iyi olabilir, o kadar. Mehmet Çakır ise benim için kapalı kutu. İkinci yarıda bence Mehmet Çakır'ın kenardan gelip yapacağı ekstra katkı Trabzonspor için çok önemli olacaktır. Sıkışan maçlarda kenardan gelip atacağı 3-4 golle Trabzonspor'un çok önemli puanlar almasını sağlayabilir Mehmet. Bakalım göreceğiz.

Trabzonspor'un santraforda çok etkili bir oyuncusu olmamasına rağmen, ikinci yarıda gol bölgelerinde çok büyük sıkıntı yaşayacağını sanmıyorum. Bu da forvet oyuncularının başarılı olmalarından kaynaklanıyor. Burak kendi oyununu giderek daha da geliştiriyor. İlk yarının en fazla gol atan yerli oyuncusu. İkinci yarıda da benzer bir performans göstereceğini düşünüyorum. Jaja'nın ikinci yarıda daha iyi olacağını düşünüyorum. Engin ve Yattara'nın da bu oyuna katkılarını düşünecek olursak, Trabzonspor hücumda bence pek sıkıntı çekmez. Bir de şu sıralar genelde yedek oturan Alanzinho'yu da unutmamak lâzım tabii ki.