15 Eylül 2011 Perşembe

Spor Toto Süper Lig 2011-2012: Sezon Başı Değerlendirmeleri

Spor Toto Süper Lig'in ilk haftası geride kaldı. Sezon başı olması sebebiyle bu yazıda sezon öncesi genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Hafta sonu sadece 4 maçı izleyebildiğim için değerlendirmelerimi de bu dört maçtaki takımlar çerçevesinde yapacağım.

Eskişehirspor - Beşiktaş: Hafta sonu ilk izlediğim maç doğal olarak bu maçtı. Beşiktaş ile ilgili olarak sezon öncesi arkadaşlara yorum yaparken şunu söylemiştim: Beşiktaş büyük ihtimalle geçen sezonun bir nevi devamını yaşayacak; yani, istikrarsız oyunuyla iki ileri, bir geri şeklinde bir performans gösterecek. Beklediğim gibi de oldu ve Beşiktaş ilk maçta mağlubiyetle tanıştı. Beşiktaş bundan sonraki iki maçını kazanabilir, ama ondan sonra tökezlemesi yine an meselesi olacaktır. Bu yorumumu lig süresince Beşiktaş için ben takip edeceğim. Beşiktaş'ın istikrarsızlığının sebebi ile ilgili belki de tek yorumum şöyle: Beşiktaş takım olamıyor. Kadrodaki tek tek isimler bazında belki de ligin en iyi kadrosuna sahip olmasına rağmen, takım olamadığı ve takım ruhu oluşturamadığı için Beşiktaş istikrarı yakalayamıyor.

Eskişehirspor ise takım oyununu sahaya yansıtabildiği ve mücadele edebildiği ölçüde başarılı oldu bence. Bu sene için benim iddiam şu ki; takım oyununu iyi oynayan, hep birlikte mücadele eden takımlar bu sene, sadece yıldızları olan ve bu yıldızlara endeksli olan takımlara nazaran daha başarılı olacaklar. Eskişehirspor da takım oyunuyla önplana çıkan ekiplerden birisi olabilir. Kişisel olarak Alper Potuk yine çok iyiydi. Kris Boyd'un neden oynamadığını bilmiyorum, ama o olmasa bile Mehmet Yıldız ve Batuhan bu sene iyi performans sergileyecek gibi görünüyor.

Manisaspor - Trabzonspor: Trabzonspor geçtiğimiz sezondan birçok önemli oyuncusunu kaybetti ve yeni bir kadro kurarak sezona başladı. Benim görebildiğim kadarıyla Trabzonspor hâlâ takım olabilme sürecini yaşıyor. Takımın Manisaspor karşısında yaşadığı sıkıntıyı da ben buna bağlıyorum. Trabzonspor geçtiğimiz sezonlarda oturtmuş olduğu oyun anlayışını, yeni kadrosuyla yeniden oturtmak zorunda. Bunun için de takımın bir arada olması ve birçok maç yapması gerekiyor. Dolayısıyla ben Manisaspor maçındaki puan kaybını böyle değerlendiriyorum. Trabzonspor'un yeni kadrosu arasındaki uyum arttıkça ve bu kadro, Şenol Güneş'in oyun anlayışını hazmettikçe Trabzonspor yine rahat maçlar oynamaya ve galip gelmeye başlayacaktır.

Manisaspor'un durumu da tam Trabzonspor'un tersiydi. Takım çok az oyuncusunu kaybetmişti ve oyun anlayışı da geçen seneden bu seneye büyük ölçüde aynıydı. Dolayısıyla oturmuş kadro ve oyun anlayışı Manisaspor'un oyunda kalabilmesini ve beraberlik golünü bulabilmesini sağladı bence.

İBB - Galatasaray: Bu maçla ilgili yapacağım yorum da aslında yukarıdaki yorumlarla aşağı yukarı aynı. Bir tarafta senelerdir birlikte oynayan bir takım, oyun anlayışını hazmetmiş bir takım ve o takımı çalıştıran istikrarlı bir teknik direktör var. Diğer tarafta ise yeni bir teknik direktör, yenilenmiş bir kadro ve daha yeni yeni oturtulmaya çalışılan yeni bir oyun anlayışı var. Dolayısıyla kadrolar arasında ne kadar kalite farkı, ne kadar yıldız oyuncu farkı olursa olsun, bence saydığım diğe faktörler maçı kimin kazanacağını kestirebilmek noktasında daha etkili oluyor. Maç sonrasında Fanatik ve diğer gazetelerde oldukça abartılı yorumlar okuduk. Yok işte, daha ilk haftadan revizyon, operasyon, kriz söylemleri... Daha ilk haftadan Baros & Terim kapışması, daha ilk haftadan ipi çekilenler vs. Daha ilk haftadan "Galatasaray'da değişen birşey yok" türünden yorumlar ve değerlendirmeler bence çok abartılı, gereksiz ve saçma değerlendirmeler. Galatasaray'da değişen çok şey var, ama bu değişikliklerin ne yönde bir takım ortaya çıkaracağını görebilmek için biraz daha beklemek gerekiyor. Ben bu noktada Galatasaray'ı Beşiktaş'tan çok daha şanslı görüyorum. İddiam odur ki, Galatasaray önümüzdeki haftadan başlamak üzere, en az 4-5 maçlık bir galibiyet serisi yakalayabilir. Uzun dönemde bence Galatasaray'ın kriz çıkarabilecek en büyük potansiyeli Fatih Terim. Onu da izleyip göreceğiz.

İBB için söyleyecek fazla birşey yok. Webo müthiş bir transfer. Takımın oyun anlayışı artık oturmuş, oyuncular birbirlerini tanıyorlar. Geriye kalan sadece çalışmak, mücadele etmek ve yüksek bir konstantrasyonla her maça aynı derecede önem vererek maçları oynamak. Böyle olduğu takdirde İBB'nin kazandığı başarılar pek de sürpriz sayılmayacaktır. Haftaya oynayacakları Trabzonspor maçı da bence oldukça ilginç bir karşılaşma olacak.

Fenerbahçe - Orduspor: Fanatik gibi gazeteler Galatasaray'ın mağlubiyetini ne kadar abarttıysalar, Fenerbahçe'nin galibiyetini de aynı derecede abarttılar. Fenerbahçe kesinlikle Galatasaray'dan daha iyi bir oyun ortaya koymadı. İBB ve Orduspor'u karşılaştıracak olursak da, Orduspor, İBB'den çok daha organize bir oyun ortaya koydu. Orduspor sadece kapanıp, kontra ataklarla gol aramadı, aksine - elinden geldiği kadarıyla - futbolu bir bütün olarak oynamaya çalıştı. Fenerbahçe'nin eksiklikleri vardı, doğru, ama onlar da olsalardı bence Fenerbahçe bu maçı ancak böyle kazanabilirdi. Fenerbahçe'nin avantajı geçen seneki kadronun ve oyun anlayışının büyük ölçüde korunuyor olması. Fenerbahçe bence uzun vadede başarılı bir performans sergileyebilir, ama ilk maçta farklı bir kırılganlığın ipuçlarını da hissetmedim değil. Bu kırılganlıkla ilgili bazı sezilerim olsa da, daha net yorumlar yapabilmek için Fenerbahçe'nin daha zor rakiplerle oynayacağı maçları beklemek gerekecek sanırım. Bu haftaki Gaziantepspor maçı da bu açıdan iyi olabilir.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Trabzonspor için Çılgın Proje

Bir sezonu daha geride bıraktık. Trabzonspor topladığı 82 puana rağmen, averajla ligi ikinci bitirdi. Bu durumun bizatihi kendisi çok kötü olmamakla birlikte, işlerin kötüye gideceğini söylemek zor değil. Trabzonspor'un makro anlamda birçok ciddi sorunu var, ama bütün bu sorunların temel bir kökeni var ki, o da Trabzonspor'un Trabzon şehrinde olmasıdır. Şimdi bu durumun oluşturduğu sorunları, maddeler halinde ve kısa kısa açıklamaya çalışayım. Dolayısıyla benim Çılgın Projem çok basit: Trabzonspor futbol takımı, bir an önce İstanbul'a taşınmalıdır.

Trabzonspor'un özellikle Trabzon'da yaşayan taraftarları futbol takımı için büyük bir sorun. Bu taraftarlar sabırsız, ümitsiz, hedefsiz ve belki biraz ağır olacak, ama fair-play kültürü, genel kültür, eğitim vs. gibi açılardan oldukça yetersiz. 

Taraftarla ilgili sorunlardan, "Trabzonspor'un En Büyük Sorunu Taraftar" (http://farklipencere.blogspot.com/2011/01/trabzonsporun-en-buyuk-sorunu-taraftar.html) başlıklı yazımda da uzun uzadıya bahsettim. O yüzden burada bunları tekrar etmeyeceğim, ama ligin ikinci yarısının daha başında, Ankaragücü maçında Burak'ı yuhlayan taraftarları henüz unutmadım. Bu insanlar artık orta yaşlarını çoktan geçmişler; ne hayattan, ne futbol takımından bir beklentileri kalmış. Hayata ilişkin bütün heyecanlarını, arzularını, gayelerini kaybetmişler. Maçlara gidip, çekirdek çitletmek, küfür etmek, futbolculara hakaret etmek, tiyatro seyreder gibi maç seyretmek dışında pek bir amaçları kalmamış. Trabzon'da arkadan gelen yeni ve genç bir nesil de var tabii ki, ama bunların sayısı henüz çok az ve çok da örgütlü değiller. Tribünleri domine edebilecek bir güce ve nüfuza sahip değiller.

Trabzon şehri küçük bir şehir ve küçük olduğu için nüfus gücü, ekonomik gücü de oldukça sınırlı. Bu kriterler açısından karşılaştırıldığında Bursa, Gaziantep vs. gibi şehirlerin dahi epey gerisinde kalan bir şehir Trabzon. Ekonomisi küçük olan şehrin futbol takımının sahip olduğu ekonomi de küçük oluyor. Trabzonspor'un forma vs. satışlarından gelen gelirlerine bakalım, ya da stattan gelen gelirlere bakalım, durumun vehametini anlayabiliriz. Avni Aker stadı bu sene en dolu olduğu maçlarda 15.000-16.000 civarındaydı.

Şehrin küçük olması sosyal hayatı da etkiliyor ve bu da tabii ki futbolcuları etkiliyor. Sosyal hayatın kısırlığı, şehrin küçüklüğü ve belki de muhafazakarlığı yerli futbolcular için sorun oluştururken, aynı sorunlar ve bunlara ilave olarak yabancı dilde eğitim yapan okulların olmayışı da yabancı futbolcular için sorun teşkil ediyor. Selçuk, Umut, Egemen takımdan ayrıldılar ya da ayrılmak üzereler ve bu oyuncular takım kötü olduğu için, takım kalitesiz olduğu için ayrılmak istiyor değil. Bu futbolcuların ayrılmak isteyişinde şehrin küçüklüğünün etkisini de düşünmek gerek. Jaja, Colman ve Cale gibi oyuncuların durumunun da ne olacağı belirsiz. Takımın boş günü geldiğinde bütün oyuncular şehirden kaçmak için can atıyorlar.

Trabzon şehrinden kaynaklanan bu ve bunlar gibi daha onlarca irili-ufaklı sorun var ve bütün bu sorunlar futbol takımını olumsuz olarak etkiliyor. Dolayısıyla bu noktada Trabzonspor'un önünde iki tercih var gibi görünüyor. Birinci tercihe göre Trabzonspor büyük takım olmayı bırakacak ve küçük şehirle beraber küçülmeyi kabul edecek. Bu şekilde futbol takımı şehrin gerçekleriyle yüzleşecek, bunları kabullenecek ve artık hedeflerini küçültecek ve sıradan bir orta sıra takımı ya da 5.'lik, 6.'lık için mücadele eden bir takım haline gelecek.

İkinci tercihe göre ise - ki bu noktada benim de Çılgın Projem ortaya çıkıyor - Trabzonspor büyük takım olmaya devam etmek isteyecek, ama o zaman bunun için gerekli olan hamleleri yapmaktan da kaçınmayacak. Peki, nedir bu gerekli hamleler? Bence bu noktada tek ve esaslı bir hamle var Trabzonspor'un yapması gereken, o da futbol takımını İstanbul'a taşımak. Eğer Trabzonspor bu hamleyi yapmazsa orta ve uzun vadede şehirle beraber küçülmek ve küçük bir takım haline gelmesi kaçınılmaz bence.

Peki, futbol takımını İstanbul'a taşımak ne demek ve bu nasıl yapılabilir? Aslında çok basit bir olay, ama bunun için gerekeli olan en elzem şey, irade. Trabzonspor'un İstanbul'da zaten hali hazırda 50-60.000 civarında taraftarı var. Bu taraftarlar, Trabzon'dakilerin aksine, futbol takımına aç, genç, heyecanlı, arzulu, istekli insanlar. Bu insanlar takım için maçlara gitme, para harcama, kombine satın alma, forma satın alma vs. gibi konularda hem ekonomik olarak hem de psikolojik olarak daha uygunlar. Bu insanların genel kültür seviyesi, fair-play kültürü seviyesi, eğitim seviyesi daha yüksek.

Trabzonspor bir an önce Akyazı projesinden vazgeçmeli ve İstanbul'a bir stad yapmalı. Bildiğimiz gibi, İstanbul'un iki yakasına, iki yeni şehir kurulacak. Trabzonspor da isterse buralara, ya da isterse mevcut şehir içerisinde uygun bir yere stadyumu kurabilir. 50-60.000 kişilik modern bir stad, futbol takımının, İstanbul'un büyük kulüpleriyle rekabetine büyük destek olacaktır.

Takım İstanbul'da olduğu için, kaliteli, isim yapmış yabancı oyuncuların getirilmesi noktasında sıkıntı yaşanmayacaktır. Yerli oyuncular, sırf şehirden dolayı başka kulüplere gitmek istemeyeceklerdir. Trabzonspor, Anadolu'dan çıkan yıldız yerli oyuncular için de güçlü bir çekim merkezi, güçlü bir alternatif olacaktır.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Son Üç Haftaya Girerken...

Bundan yaklaşık iki ay kadar önce, 7 Mart tarihinde yayınlanan yazımda, 24. hafta itibariyle ligin o anki durumuna ilişkin bazı değerlendirmelerde bulunmuştum. Şampiyonluk yarışının nasıl sonuçlanabileceğine, Uefa'ya hangi takımların gidebileceğine ve Türkiye kupasına ait bazı öngörülerde bulunmuştum. Şimdi gelin, bu öngörülerden ne kadarı gerçekleşmiş onu bir değerlendirelim ve sonra da ligde kalan son üç haftaya ilişkin bazı yeni öngörülerde bulunalım.

Şampiyonluk yarışı ile ilgili olarak 7 Mart'taki yazımda, Fenerbahçe ve Trabzonspor'un birbirlerini takip ederek yaşayacakları dört haftalık zorlu bir maratona (Galatasaray, Bursaspor, Eskişehirspor, Gaziantepspor) işaret etmiş ve takımların bu dört haftadaki performanslarının şampiyonluk düğümünü çözebileceğini söylemiştim. Fenerbahçe bu zorlu dönemeci, 3 galibiyet, 1 beraberlik ile geçti. Fenerbahçe, Galatasaray, Eskişehir ve Gaziantep'i yenerken, Bursaspor ile evinde berabere kaldı. Trabzonspor da aynı seriyi yine 3 galibiyet ve 1 beraberlik ile geçti. Trabzonspor da Galatasaray, Bursaspor ve Gaziantep'i yenerken, Eskişehir ile berabere kaldı. İki takım da bu süreci aynı performansla tamamlayınca, bu dört haftalık maratonun, şampiyonluk düğümünün çözülmesine aslında pek de bir etkisi olmamış oldu.

Kupaya ilişkin öngörüm de pek gerçekleşmedi diyebilirim. Kupayı Gaziantepspor'un alacağını öngörmüştüm, ama Gaziantep yarı-finalde Beşiktaş'a elendi ve şansını yitirdi.
Bursaspor'un şampiyonluk şansının sürdüğünü, ama artık toparlanmalarının da zor olduğunu söylemiştim. Bu öngörüm biraz gerçekleşti diyebilirim. Bursaspor içinde bulunduğu bunalımdan çıkamadı ve iki ileri, bir geri giderek şampiyonluk yarışının çok uzağında kaldı.

Uefa ligine katılma ile ilgili olarak, Gaziantepspor ve Bursaspor'u şanslı gördüğümü söylemiştim. Gaziantepspor'un mevcut performansıyla Kayserispor'u geride bırakacağını söylemiştim. Öyle de oldu. "Gaziantep yakaladığı bu ivmeyi sürdürürse, bir ihtimal üçüncülüğü bile zorlamaya başlayabilir." demiştim. Şu an Bursaspor'la aradaki 3 puanlık fark hâlâ sürüyor, ama Gaziantepspor'un üçüncülük şansı devam ediyor.

Gördüğünüz gibi son on haftaya yönelik öngörülerim yarı yarıya gerçekleşti diyebilirim. Şimdi gelin, son üç haftaya ilişkin de bazı öngörülerde bulunalım.

Türkiye kupasıyla ilgili olarak finalde ilginç bir eşleşmeyle karşı karşıyayız. İstanbul B.B.'nin karşısında başka bir büyük takım olsaydı, aslında o büyük takımın kupayı rahat rahat alabileceğini iddia edebilirdim, ama nedense Beşiktaş'ın İstanbul B.B.'ye karşı değişik bir kırılganlığı var. O yüzden bu maçın bir favorisinin olduğunu düşünmüyorum. Fakat yine de bir tahminde bulunmak gerekirse, kupayı Beşiktaş'ın alacağını söylemek istiyorum.

Lig üçüncülüğü ve dördüncülüğü ile ilgili olarak mevcut sıralamanın değişmeyeceğini düşünüyorum. Bursaspor'un da, Gaziantepspor'un da son üç haftada zorlu maçları olacak. İki takım da puan kaybedebilir, ama sonuçta sıralamanın değişmeyeceğini düşünüyorum.

Şampiyonluk yarışına gelecek olursak, Fenerbahçe'yi daha şanslı görüyorum. Şahsen Fenerbahçe'nin bir ihtimal İstanbul B.B. maçında takılabileceğini düşünüyorum, fakat bu olmadı. Karabükspor maçının da Fenerbahçe açısından çok zor geçeceğini sanmıyorum. Sonra evlerinde oynayacakları Ankaragücü maçını da kazanacaklarını düşünüyorum. Eğer yarış yine son haftaya kalırsa, deplasmandaki Sivas maçı çok ilginç olabilir. Son üç haftada Trabzonspor'un da pek sorun yaşayacağını zannetmiyorum. Bucaspor ve İstanbul B.B. maçları görece kolay geçecektir.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Spikerler, Yorumcular, Süper Ligin Kalitesi

Geçtiğimiz sene Milliyet gazetesinden Ali Eyüboğlu, "Maç Spikerleri Tarafsız Olmalı" başlığıyla bir yazı yayınlamıştı. Bu yazıya daha önce ben de değinmiştim. Bu yazıda ise bu durumun bu seneki yansımalarından biraz bahsetmeye çalışacağım.

Bu sene de maçı anlatan kişilerin tarafgirliklerinde herhangi bir değişiklik olmuş değil. Spikerler yine "büyük" takımların bir taraftarıymış gibi maç anlatmaya ve bu şekilde para kazanmaya devam ediyorlar. Bu davranışın yansımalarını bir "büyük" takımla diğer takımlar maç yaptığında açıkça görebilirsiniz. Maç, hep büyük takımın zaviyesinden yorumlanır. Mesela maç berabere devam ediyorsa ya da büyük takım o anda mağlupsa, bu takımın nasıl gol atabileceği, nasıl beraberliği yakalayabileceği, nasıl öne geçebileceği üzerine kafa yorulur. Yorumcular, büyük takımın teknik direktörünün ne tür taktiksel değişiklikler yapması gerektiği, oyuncu değişikliklerini nasıl yapması gerektiği hakkında beyin fırtınası yaparlar. Büyük takım  atağa kalktığında ya da gol attığında abartılı bir sevinç yaşarlar. Aslında bu tür davranışların, sonuncusu hariç, yapılıyor olması çok da anormal değildir. Maçı anlatanlar, hem maçı anlatabilirler, hem de maçla ilgili yorumlar yapabilirler. Bu yorumları maçın anlatışını zenginleştirir ve güzelleştirir; maçı izleyene de daha farklı bir zevk verir. Burada anormal olan ise bizde bu davranışın sadece büyük takımlar lehine yapılıyor olmasıdır. Bir nevi küçük takımlar, büyük takımların karşısında yenilmesi gereken kuklalar gibidirler.

Fakat sorun sadece maçı anlatanlarla da sınırlı değil. Maçları yorumlayanlar açısından baktığımızda da durum pek farklı değil. Değişik kanallarda pek çok yorumcu var, ama içlerinde büyük takımların sesi dışında ses olabilecek - ki bu yorumcular arasında Trabzonspor'u bile yorumlayan kimse yok - neredeyse kimse yok.  Lemi Çelik bir kanalda bir programda yorumcu olarak bulunuyor, ama onun da sesinin gücü çok sınırlı kalıyor. Rıdvan Dilmen, Sergen Yalçın, Mustafa Doğan, Hakan Şükür ve Metin Tekin gibi yorumcuların hangi takımları tuttuğunu zaten biliyoruz. Bunun dışında Erman Toroğlu, Ahmet Çakar gibiler de var. Yayıncı kuruluşun programında bile aynı tutumun yaşandığını söyleyebiliriz. Bu yorumcular arasında ise özellikle Rıdvan Dilmen hakkında biraz yorum yapmak istiyorum.

Rıdvan Dilmen bu zamana kadar yorumlarını beğenerek izlediğim, yorumlarına değer verdiğim biriydi. Fakat ne zamanki takım arkadaşı Aykut, Fenerbahçe'nin başına geçti, Rıdvan varolan bütün objektifliğini yitirdi. Rıdvan daha önceden de asıl olarak Fenerbahçe yorumcusuydu; bunu biliyoruz. Yeri geldiğinde Beşiktaş ve Galatasaray'ın da maçlarını yorumlardı. Ama bu yorumlarında genelde Fenerbahçe'nin eksik taraflarına, neler yapması gerektiğine yönelik tavsiyelerde ve eleştirilerde bulunurdu. Bu yaptığı da aslında normal karşılanabilir. Ama bu sene, Rıdvan bunun ötesine geçmeye ve artık Fenerbahçe'nin şampiyonluktaki rakiplerine - önceden  rakipler hem Bursaspor, hem Trabzonspor'du - yönelik psikolojik mücadelenin içinde yer almaya başladı. Rıdvan sürekli olarak Trabzonspor'un kötü oynadığından, yakında takılacağından ve puan kaybedeceğinden, tribün baskısından, oyuncular üzerindeki stresin artacağından vs. bahsetmeye başladı. Geçtiğimiz hafta oynanan Trabzonspor - Konyaspor maçının ardından ise Rıdvan, Trabzonspor'un böyle oynaması halinde Galatasaray'a 3-0 kaybedeceğini söyledi. Bu bence artık aşırılığın son aşamasıydı.

Evet, maçı anlatanlar maç hakkında, takımlar hakkında, taktikler, oyuncu değişiklikleri hakkında yorumlar yapabilirler, hatta yapmalıdırlar, ama yayıncı kuruluş her maça, oynayan iki rakip takımı tutan iki spiker koyabilir. Koskoca 70 milyonluk Türkiye'de bu tür maç anlatıcıları bulunabilir. Bunun dışında hem Maraton programı, hem de maç sonrası yorum yapan diğer spor programları yorumcu kadrolarını biraz daha genişletebilir ya da yorumcu çeşitliliğini arttırabilir. Bursaspor geçtiğimiz sene bir devrim yaparak şampiyon oldu, ama hâlâ yorumcular arasında Bursaspor adına yorum yapan birisi yok. Trabzonspor adına yorum yapan ise sadece Lemi Çelik var. Artık en azından Bursaspor, Trabzonspor, Gaziantepspor, Kayserispor ve Eskişehirspor gibi takımların yorumcuları da bu programlara katılmalı. Geçtiğimiz hafta sporda şiddetin önlenmesine ilişkin Meclis'te kabul edilen yasa, Türkiye'de genel olarak sporun, özelde de futbolun kalitesinin arttırılması anlamında önemli bir gelişme. Ancak kalitenin arttırılmasında yayıncı kuruluşa, maçları anlatan kişilere, maç yorumları yapan programlar yayınlayan televizyon kanallarına ve tabii ki yorumculara da düşen önemli görevler var. Bunların hepsine dikkat edilirse daha kaliteli ve daha adil bir futbol mücadelesi izleyebileceğimizi düşünüyorum.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Trabzonspor - Antalyaspor Maçı Analizi

Şimdi, dilimiz döndüğü kadarıyla bu maçla ilgili de birkaç şey söylemeye çalışalım:

Trabzonspor'un - bu belki diğer birçok takımda da böyle - basit bir oyuna başlama kurgusu var. Buna göre, kaleci topu stoperlere atıyor; stoperler, orta sahanın gerilerine gelen Selçuk'u buluyorlar. Selçuk oyun kurmaya çalışıyor. Orta sahanın biraz ilerisinde ise Jaja oynuyor. Selçuk, eğer durum müsaitse, genelde topu Jaja'ya oynuyor ve Jaja da duruma göre isterse dikine kaleye doğru ilerliyor, isterse rakip sahada ver-kaçlara girmeye çalışıyor, isterse kaleye şut çekiyor, isterse topu kanatlara gönderiyor, vs.

Yani kısaca, top kaleciden stoperlere, onlardan Selçuk'a, ondan Jaja'ya gidiyor ve Jaja'dan sonra da değişik hücum organizasyonları denenmeye çalışılıyor. Oyun kurmaya yönelik bu kurgu gayet basit, evet, ama bu sistem zaten genelde de uygulanan sistem. (Bkz. Emre & Alex - Aurelio - Guti, vs.)

Oyunun kurulması süreci bu kadar basit olunca, onu engellemeye çalışmak da gayet basit olabiliyor. Buna göre Antalyaspor, Trabzonspor'un oyun kurmasını engelleyebilmek için orta sahada iki kademeli bir sıkıştırmaya dayalı bir presle oynadı. Buna göre, ilk pres, topu orta sahanın en gerisinde alıp oyun kurmaya çalışan Selçuk İnan'a yapıldı. Selçuk, kendisine yapılan bu yoğun pres neticesinde oyun kurmada çok da başarılı oldu denilemez. Eğer oldu da top Jaja'ya geldiyse, bu sefer ikinci kademe pres Jaja'ya yapıldı. Dolayısıyla Antalyaspor, Trabzonspor'un oyunlarının birçoğunu daha başlamadan bitirmeyi amaçladı ve bunda da genelde başarılı oldu.

Antalyaspor bunda neden başarılı oldu? Burada karşılaştırmalı bir analiz yapılabilir:

1) Antalyaspor'un orta sahadaki presçi oyuncularının dinç ve mücadeleci oyunculardan oluşması: Selçuk ve Jaja'ya yapılan pres ve tatlı-sert müdahaleler maç boyunca aynı şiddette devam etti denilebilir. Belki sadece son 10-15 dk. bu presçi oyuncuların yorulmasıyla Antalyaspor'un oyunu daha geride kabul etmeye başladığını gördük, ama bu sürede de Trabzonspor pek üretken olamadı.

2) Trabzonspor'un oyun kurucularının yetersizliği: Burada Selçuk ve Jaja'yı yetersiz oyuncular olarak nitelendirmiyorum tabii ki, ama söylemeye çalıştığım, bu iki oyuncunun, kendilerine yapılan bu yoğun pres karşısında yetersiz kalışları. Peki, ne yapılabilirdi? 

a) Bu tür durumlarda aslında size pres yapan oyuncuları geçmek için birkaç kez hamle yapmanız oyunun gidişatı açısından size bir avantaj getirebilir. Buna göre, rakip oyuncuyu geçmeye çalışırken faule maruz kalabilirsiniz. Eğer olur da size pres yapan oyuncu bu faullerden birinde sarı kart görürse, bu onun oyun boyunca daha az saldırgan olmasını sağlar. Sarı kart görmese dahi, 2-3 faulden sonra, rakip oyuncunun presindeki şiddetin gücü azalacaktır.

b) Selçuk topla oynamada, oyun kurmada zorlanıyorsa, o zaman Colman'ın Selçuk'a yakın oynaması gerekir. Bu sayede, Selçuk kendisine pres yapıldığı zaman Colman'a oynayabilir. Selçuk topu ver-kaçlarla alabilir ve rakibinden kurtulabilir.

c) Oyun, uzun toplarla başlatılabilir. Ya da top, kanatlara taşınarak, oyunun kanatlardan devam etmesi sağlanabilir. Bu iki alternatif pek verimli olmasalarda, oyun içerisinde denenmeleri gerekir. Eğer başarı getirirlerse, bu durum rakibin kanatlara da dikkat etmesine neden olacaktır.

Bu sorunun dışında şu noktalara da değinilebilir: Umut 5 resmi maçtır gol atamıyor. Tamam, Umut'a çok da pas gelmiyor, ama sonuçta pas geldiği maçlarda da pek verimli olamadı. O yüzden, artık Umut'u biraz dinlendirmenin vakti geldi. Ayrıca ben Umut'un, oyuna sonradan girdiği maçlarda daha faydalı olduğunu düşünüyorum çünkü Umut son vuruş golcüsü, bitirici golcü değil. Umut, yıpratıcı, defansı zorlayıcı ve çok mücadele eden bir golcü. O yüzden maçın sonlarına doğru, yorulmuş defans oyuncularına karşı girmesi bence Trabzonspor için daha faydalı olur. Umarım Şenol Güneş Manisaspor maçına Pawel Brozek ile başlar.

23 Ocak 2011 Pazar

Trabzonspor'un En Büyük Sorunu: Taraftar

Trabzonspor - Ankaragücü maçının analizi çeşitli boyutlarda yapılabilir; ama benim ilk etapta yoğunlaşmak istediğim boyut taraftar boyutu çünkü ben Trabzonspor'un en önemli sorununun, takımın başarısının hatta şampiyonluğun önündeki en önemli engelin taraftar olduğunu düşünüyorum.

Öncelikle Trabzonspor taraftarıyla kimleri kastettiğime bir açıklık getirmem gerek çünkü kocaman bir kütleyi toptan eleştirmek, suçlamak pek sağlıklı olmaz. Benim kastettiğim ve eleştirdiğim kesim daha ziyade eski nesil: Yani 40 ve üzeri yaşlarda olan grup. Bu nesil şampiyonluk görmüş olup, kafa, zihniyet, dünyaya bakış, futbol anlayışı gibi noktalar çerçevesinde hâlâ 1980'lerde kalmış bir nesil bence. Liglerde şikenin kol gezdiği, siyasetin, paranın, gücün futbola etki ettiği ve sonucu belirlediği, şampiyonluğun böyle süreçler sonucunda alındığı, mafya-vari ilişkilerin, kabalığın, vulgarlığın hâkim olduğu bir dönem bu. Bu nesil de böyle bir Türkiye'de, böyle bir altyapıda sosyalleşmesini gerçekleştirmiş bir nesil. Onların şu anda da dünyaya bakışlarını, futboldan ne anladıklarını belirleyen en önemli faktör bu altyapı. Onların gözünden baktığınızda bugün olanlar şöyle yorumlanıyor:

1) Şampiyon olmak isteyen takım her maçını kazanmalıdır. Bir maç dahi kaybetmemelidir. Hatta kaybetmek ne kelime, berabere bile kalmamalıdır. Bütün maçlar kazanılmalıdır.

2) Hakemler satın alınabilecek varlıklardır. Parayı veren düdüğü çalar. Hangi başkan ekonomik olarak daha güçlüyse, o başkan araya girip, istediği hakemi satın alabilir. Trabzonspor hakem hatasından puan kaybederse bunun açıklaması böyledir.

3) Siyaset ve siyasetçiler futbolu etkiler. Eğer yukarılarda Trabzonspor'lu "büyüklerimiz" varsa, şampiyonluk geliyor demektir.

4) Küfür serbesttir. Futbolculara hakaret etmek taraftarın en doğal hakkıdır.

5) Bu nesil, bilete verdiği 30-40 TL ile sanki bütün stadı, futbolcuları ve hatta teknik direktörü satın aldığını düşünür ve oturduğu yerden maça, oyunculara, teknik direktöre, futbola bu zihniyetle bakar. Dolayısıyla kendince gördüğü her yanlış pasta, her yanlış vuruşta futbolcuya, her yanlış taktikte teknik direktöre hakaret edebilmeyi, küfredebilmeyi kendisinin hakkı olarak görür. Verdiği 30-40 TL ile stadı da satın aldığını düşündüğü için koltukları kırmakta, etrafına zarar vermekte, yerlere tükürmekte ve çekirdekleri yerlere atmakta serbest olduğunu düşünür.

6) Futbolda olduğu gibi insanlar arasındaki ilişkilerin de güç, para, şiddet, şike, hile, yalan vs. gibi araçlarla yürüdüğünü düşünür. O yüzden stada girdiğinde ister kendi takımının taraftarı olsun, ister rakip takımın taraftarı, onlara hep bu gözlükler çerçevesinde bakar. Stada girdiğinde biletinde yazan numaraya değil de, istediği yere oturabileceğini düşünür. Oturduğu koltuğun sahibi geldiğinde ona kabadayılık taslar. Eğer iş ileri giderse tehdit eder, güç kullanır, dövmeye kalkar. Kabalıkla, barbarlıkla başkalarının haklarını gaspedebileceğini ve meseleleri bu şekilde çözebileceğini düşünür.

Liste daha uzatılabilir, ama bu tür insanlar hakkında düşünmek, konuşmak ve yazmak bile midemi bulandırıyor. 6-7 sene öncesinde futboldan soğumama neden olan bu tür insanlar ve onların futbola, dünyaya, hayata, diğer insanlara bakışlarıydı. İki sene önce işlerin biraz daha düzeldiğine kanaat getirerek tekrar futbola ısınmaya başladım, ama Ankaragücü maçının son anlarında Burak'ı ıslıklayan kendini bilmezleri gördüğümde kanın beynime sıçramasıyla tekrar başladığım yere döndüm diyebilirim. Ama bu sefer bırakıp gitmeyeceğim. Bu sefer ben de elimden geleni yapacağım. Yazarak, kendi görüşlerimi ifade ederek meydanın boş olmadığını göstereceğim. Sadece ben değil; benim gibi düşünen herkes. Bunu yaparken de, Burak'ın ligin ilk yarısında ne kadar iyi oynadığından, kaç gol attığından falan bahsetmeyeceğim. Bunların hiçbirini yapmayabilirdi de ve yine de o tribünde koltuğunda rahat rahat oturan, çekirdek çitleten, tiyatro seyreder gibi maç seyreden ve kendisini taraftar zanneden varlıkların yuhlamalarını, ıslıklamalarını haketmezdi. O bir insan, o bir futbolcu; o çıktı ve mücadelesini yaptı, elinden geleni yaptı. Kimsenin, verdiği 30-40 TL ile başkasına hakaret edebilme hakkını da satın aldığını, bir futbolcuyu isterlerse yuhlayarak toplu linçe uğratabileceklerini düşünmeye hakkı yok. Bunu o kişiler henüz bilmiyor olabilirler, ama öğrenecekler! Bu takımın, onların babalarının malı olmadığını öğrenecekler. Beğenmiyorlarsa, izlemesinler, maçlara gelmesinler. Böylesi Trabzonspor için çok daha yararlı olur. Kimsenin, onların yuhalamalarına, oturdukları yerden maç izlemelerine, çekirdek çitletmelerine, tatminsizliklerine, beğenmezliklerine ihtiyacı yok. Onlar evlerinde oturup, kendi hallerine üzülsünler; bu onlara yeter de artar bile.

21 Ocak 2011 Cuma

Ligde İkinci Yarı Başlarken: Genel Değerlendirme

Bir önceki yazıda sadece Trabonspor'u değerlendirmiştim. Bu yazıda ise, ligin ikinci yarısı başlarken takımlara ilişkin genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Kanaatimce ligin ikinci yarısı gerçekten kıran kırana bir mücadele içerisinde geçecek. Birçok takım kadrosunu güçlendirdi, oyun anlayışını geliştirmeye ve mücadele gücünü arttırmaya çalıştı. Bu gelişmelerine sahaya çok ciddi bir mücadele şeklinde yansıyacağını düşünüyorum. Bu noktada bazı takımlar diğerlerinden biraz daha öne çıkıyor; şimdi onlara biraz daha yakından bakalım.

Ankaragücü: Ankaragücü'nün zaten oldukça iyi bir kadrosu vardı. En azından kağıt üzerinde kadro gerçekten iyiydi, şimdi devre arasında Fatih Tekke, Sedar Özkan, Ergin Keleş gibi önemli oyuncular alındı. İlk yarı sakat olan Vittek'in de ikinci yarıda sahada olacağını düşünüyorum. Ümit Özat ilk yarıdaki açık futbol anlayışını biraz daha geliştirebilirse ve Ankaragücü takım oyununu daha iyi oynayabilirse, bence Ankaragücü çok iyi yerlere gelebilir.

Antalyaspor: Antalyaspor devre arasında az transfer yapanlardan, ama Antalyaspor'un da kendine has oturmuş bir oyun düzeni var. Bu oyunlarını daha da sağlamlaştırmaları halinde, bence ikinci yarıda daha yukarı sıraları zorlayacaklardır.

Beşiktaş: Beşiktaş şu an yıldızlar topluluğu gibi. Herkesin kafasındaki soru, bu kadronun iyi bir takım oyunu sergileyebilip sergileyemeyeceği. Eğer sergilerlerse, gerçekten durdurulması çok zor bir takım olurlar. Yok eğer yıldızlara bağlı bir takım olurlarsa, yine ilk yarıdaki gibi iki ileri bir geri performansı izleyebiliriz Beşiktaş'tan.

Bursaspor: Bursaspor aynen bir timsah gibi sessiz ve derinden yürüyüşünü sürdürüyor. Santrafor noktasında sıkıntıları vardı ve onu da Miller'ı alarak çözmeye çalıştılar. Miller'ı şahsen çok izlemedim, ama sonuçta kariyeri ortada olan bir oyuncu. Eğer uyum sağlarsa, Bursaspor'a çok büyük katkı yapacaktır. Bursaspor'un zaten oturmuş bir oyun düzeni var; gol yollarındaki sıkıntılarını da aşarlarsa, yine zirvenin en büyük adaylarından biri olacaklardır.

Galatasaray: Galatasaray da ara transferde epey oyuncu aldı. Ben açıkcası Culio'yu çok beğendim. Yıldızlığına ya da yıldız olmamasına diyecek bir lafım yok, ama bence Galatasaray'a çok önemli katkıları olacak. İyi bir takım oyuncusu, pasları güzel, hücumu seviyor ve oyunu sürekli ileriye doğru oynuyor. Galatasaray gol yollarındaki sıkıntısını da Stancu ile giderirse, ikinci yarı daha iyi bir Galatasaray izleyebiliriz.

Kayserispor: Bence ikinci dönemin en flaş takımı Kayserispor olacak. Sakat oyuncular ikinci yarı takıma geri dönecek. Onlara bir de Ziani, Amrabat ve Kujovic katılıyor. Kadro zenginliği ve kalitesi anlamında Kayserispor gerçekten sınıf atlamış olacak. Şampiyonluğu dahi kovalayabileceklerini düşünüyorum.

Fenerbahçe: Fenerbahçe'nin ikinci yarıda performansının düşeceğini düşünüyorum. Fenerbahçe'de kadro kalitesi anlamında bir sıkıntı yok, ama Fenerbahçe'de oyuncu, teknik kadro ve yönetim arasındaki ilişkiler anlamında sıkıntılar var. Bunlar oyunu da etkilerse Fenerbahçe için ikinci yarı zor geçebilir.
Bunların dışında Karabükspor, İstanbul Büyükşehir Belediyespor, Eskişehirspor, Gaziantepspor ve Manisaspor'un da lige çok zevk ve renk katacaklarını düşünüyorum. Bu sene üst sıraları yoğun, ilk 10'u için ise çok çok yoğun bir mücadelenin yaşandığı bir lig izleyeceğimizi düşünüyorum. İlk 5'i ve ilk 10'u zorlayabilecek takımların fazla olması; kadrolar arasındaki kalite ve zenginlik farkının giderek azalması; ve oyun kaliteleri ve mücadele güçlerinin giderek daha iyi olması ligi ikinci yarıda çok daha çekişmeli hale getirecektir diye düşünüyorum.

Bekleyip, göreceğiz. :)

20 Ocak 2011 Perşembe

Ligde İkinci Yarı Başlarken: Trabzonspor

Uzun bir aradan sonra tekrar yazıyorum. Bu yazıda, ligin ikinci yarısına başlarken takımları genel bir değerlendirmeye tabi tutacağım. İlk olarak bu yazıda Trabzonspor ile başlayacağım. Ardından diğer yazıda ise diğer takımları değerlendirmeye çalışacağım.

Trabzonspor'un zaten oturmuş bir kadrosu vardı. Genel olarak bilindiği gibi, takımın bir santrafor ve bir sol açık ihtiyacı vardı. Santrafor konusunda Pawel Brozek ve Mehmet Çakır transfer edildi. Pawel Brozek'i henüz canlı olarak izleme şansımız olmadı, ama Youtube'da attığı gollerden görebildiğim kadarıyla şunu söyleyebilirim. Evet, Brozek yetenekli bir oyuncu, ama görebildiğim kadarıla oyun stili Umut'a çok benziyor. Yani kaleyi karşısına alıp oynamayı tercih eden bir oyuncu izlenimi aldım izlediğim videolardan. Genelde defans arkasına atılan ara paslarına ve uzun paslara yaptığı koşularla ve kaleciyle karşı karşıya kalarak attığı golleri gördüm. Trabzonspor'a tabii ki katkı sağlayacaktır, ama bence sırtı kaleye dönük oynayabilen bir santrafor olsa daha iyi olurdu. Tabii Brozek'in böyle olup olmadığını da henüz bilmiyoruz; sadece birkaç videodan yorum yapmak doğru olmaz, bekleyip göreceğiz. Mehmet Çakır için ise değerlendirme yapamıyorum, çünkü tanıdığım bir oyuncu değil. Ama nedendir bilemiyorum, Mehmet Çakır bana Brozek'ten daha fazla güven veriyor. Yalnız, Mehmet Çakır transferi yapılmışken insan Murat Tosun'u hatırlamadan da edemiyor. Şenol Güneş'in, "asıl Q7 bizde" tarzı açıklamalar yaptığı bir oyuncuyu bu kadar kolay bir şekilde kiralık vermesini anlayamamıştım açıkcası. Şimdi de Mehmet Çakır'ın, Murat Tosun'dan çok daha olağanüstü bir oyuncu olduğunu sanmıyorum. O yüzden Murat Tosun ta en başından kiralanmasaydı, belki şu anda Trabzonspor'da çok daha iyi bir durumda olurdu. Bildiğim kadarıyla kiralandığı Konyaspor'da da pek forma şansı bulamadı. Aynı durum sol açık olarak transfer edilen Piotr Brozek konusunda da geçerli. Sene başında orada oyanayan kendi oyuncumuzu, Gabriç'i, kiralık vermeseydik, bugün hem Gabriç daha iyi bir durumda olabilirdi, hem de bütün bir ilk yarı boyunca sol açık sıkıntısı çekmezdik. Tabii ki yeni transferlerin takıma katkılarının olmasını istiyorum, ama sonuçta planlama konularında bazı yanlışlıklar yapılmış gibi de görünüyor.

Trabzonspor'un kalede ciddi bir sorun yaşayacağını sanmıyorum. Defansta Egemen'in sakatlığı moral bozucu olabilir, ama Glowacki'nin dönüşüyle defansta da herhangi bir sıkıntı olacağını sanmıyorum. Üstelik Egemen oldukça güçlü bir oyuncu, dolayısıyla kısa zamanda takıma dönecektir. Trabzonspor'un bence transfer ihtiyacı duyduğu bir alan daha vardı, ki o da orta sahaydı. Fizik gücü yüksek, çok koşan, pres yapan, tabiri caizse Ernst gibi bir oyuncuya ihtiyacı var Trabzonspor'un. O yüzden Danimarka'lı Kahlenberg'in alınmasını ben isterdim. Aslında Trabzonspor'un elinde Barış Ataş, Sezer Badur gibi oyuncular var, ama ilk yarı boyunca pek şans bulamadılar ve bu oyuncuları tam olarak tanıyamadık. Özellikle Selçuk ile Colman tarzında ve onların yaptıklarını yapabilecek bir oyuncu alınması iyi olurdu - yani oyunu iki yönlü olarak oynayabilen bir oyuncu. Evet, Barış, Sezer ve Ceyhun iyi oyuncular, ama göründüğü kadarıyla oyunu tek taraflı oynayabiliyorlar.

İleriye gelince ise, Trabzonspor'un santrafor olarak çok etkili oyuncusu bence yok. Umut'u zaten biliyoruz. Yukarıda da yazdığım gibi Pawel Brozek da Umut'a benzer bir oyuncu gibi. Belki Umut'tan yetenek anlamında daha iyi olabilir, o kadar. Mehmet Çakır ise benim için kapalı kutu. İkinci yarıda bence Mehmet Çakır'ın kenardan gelip yapacağı ekstra katkı Trabzonspor için çok önemli olacaktır. Sıkışan maçlarda kenardan gelip atacağı 3-4 golle Trabzonspor'un çok önemli puanlar almasını sağlayabilir Mehmet. Bakalım göreceğiz.

Trabzonspor'un santraforda çok etkili bir oyuncusu olmamasına rağmen, ikinci yarıda gol bölgelerinde çok büyük sıkıntı yaşayacağını sanmıyorum. Bu da forvet oyuncularının başarılı olmalarından kaynaklanıyor. Burak kendi oyununu giderek daha da geliştiriyor. İlk yarının en fazla gol atan yerli oyuncusu. İkinci yarıda da benzer bir performans göstereceğini düşünüyorum. Jaja'nın ikinci yarıda daha iyi olacağını düşünüyorum. Engin ve Yattara'nın da bu oyuna katkılarını düşünecek olursak, Trabzonspor hücumda bence pek sıkıntı çekmez. Bir de şu sıralar genelde yedek oturan Alanzinho'yu da unutmamak lâzım tabii ki.

30 Eylül 2010 Perşembe

Maç Spikerleri Tarafsız Olmalı

Ali Eyüboğlu'nun Mayıs ayında yazmış olduğu bir yazı vardı. Yazıyı ilk okuduğumda beğenmiştim. Aradan geçen zamanın ardından yazı geçen gün bir kez daha karşıma çıktı. Bu sefer bu yazıyı buradan da paylaşmak istedim. Yazı, benim de rahatsızlık duyduğum konulardan birinden bahsediyor.

Maç Spikerleri Tarafsız Olmalı

Fenerbahçe ile Trabzonspor arasındaki son lig maçının son dakikaları ve sonrasında birçok bomba olay olunca, iş kaynayıp gitti. Ancak bir Trabzonspor taraftarı olarak Lig TV’den maçı anlatan spikerlerden birinin canlı yayında sarf ettiği bir söz kanıma dokunduğu için bu konuya dikkat çekmek istedim. Gerçi Lig TV’de maç anlatanlar sadece Trabzonspor’a karşı yapmıyorlar bunu... Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’la Anadolu kulüplerinin maçı olduğu zaman bunu anlatırken pozitif ayrımcılık yapıyorlar.

Varsayalım Fenerbahçe, Trabzonspor ya da Antalya ile oynuyor. Fenerbahçe gol attığı zaman, “Goooolll... Alex attı... Alex attı” diye bas bas bağırıyorlar. Fenerbahçe gol yediği zaman sadece “Gol oldu” demekle yetiniyorlar. Sanırsınız Fenerbahçe, yabancı bir takımla oynuyor... Bu konuyu açmamın sebebine gelince: Fenerbahçe Trabzonspor karşılaşmasının son dakikaları... FB yüklendikçe yükleniyor, ama bir türlü galibiyeti, hatta şampiyonluğu getirecek golü bulamıyor. Fenerbahçeli futbolculardan biri Trabzonspor’un ceza sahasına bir orta yapıyor, ama orada hiçbir Fenerli yok... Spiker bağırıyor, “Yok mu o topa vuracak biri?”

Sana ne? Fenerbahçe Trabzonspor maçı 1-1 değil de, 2 -1 bitse ve Bursaspor değil de Fenerbahçe şampiyon olsa spor spikeri olarak ne geçecek eline? Maç anlatanlar takım tutamaz mı? Tabii ki tutar, ama bu taraftarlığını anlattıkları maça yansıtmaya hakları yok. Anlattığın maçın takımlarından biri Türk, öteki “gavur takımı” değil ki! O takımda ter dökenler de bu ülkenin çocukları... Hatırlarsanız Türkiye bir dönem, amigo gibi maç anlatan spikerleri de gördü. O zamanki yayıncı kuruluş, baktı ki spikerler amigoları da geçti, bu uygulamaya son verdi. “Gizli fanatiklik” yapacağına, ekrandan sözlü ve yazılı olarak maçını anlattığın takımlardan hangisini tuttuğunu açıkla, biz de bilelim ve ona göre izleyelim.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Trabzonspor Analizi 3 - Oyun Stili Meselesi

Trabzonspor'un genel sorunlarından birisi de sezon başında daha yoğun ve ciddi olarak oynadığı paslaşmalı, kısa paslı oyun anlayışını geride bıraktığımız haftalarda pek oynamaması ya da oynayamaması.

Gerideki bir-iki haftaya baktığımız zaman Trabzonspor'un aceleci bir oyun anlayışı içerisinde olduğunu görüyoruz. Sezon başındaki o ayağa top yapan, sakin, sürekli top çeviren, kısa paslarla rakibi geçmeye çalışan ve karşı kaleye yavaş ama emin adımlarla giden Trabzonspor gitti ve yerini karşı kaleye gitmek için bir an önce birşeyler yapmaya çalışan aceleci ve sabırsız bir takım aldı.

Kısa paslı oyun anlayışının başarılı olabilmesi birçok faktöre bağlı olabilir, ama bence en önemli faktörlerden birisi, bu oyunun sabırlı bir şekilde ve bir devamlılık içerisinde oynanmasıdır. Bu oyunun meyvesi, bence, ancak uzun vadeli, sabırlı ve devamlı bir şekilde oynandığı zaman alınabilir. Bu oyun tarzını dünyada en iyi oynayan İspanya milli takımına baktığımız zaman bu durumu görebiliyoruz. Dünya kupasında İspanya gollerinin çoğunu maçların 70. dakikasından sonra buldu. Bu şunu gösteriyor: Bu oyun tarzıyla oynadığınız takdirde acele etmeyeceksiniz, topu dolaştırmaya, kısa paslarla pozisyonları geliştirmeye çalışacaksınız. Topu dolaştırmakla kastettiğim tabii ki topu sürekli kendi yarı alanında dolaştırmak değil, topu rakip kaleye doğru dolaştırmak. Burada rakip kaleye sürekli hücum etmek anlayışıyla da dolaştırılmayabilir top, ama bu top dolaştırmanın en önemli sonucu şu oluyor: Rakip takım sürekli tehditkar bir oyunun altında ezilmeye başlıyor, topu kontrolüne alamıyor, siz istediğiniz zaman kendi yarı alanınızda, istediğiniz zaman da rakip kaleye doğru topu dolaştırıyorsunuz. Rakip, sürekli bir tedirginlik ve dikkat halinde oynadığı ve sürekli topu takip etmeye çalışıp, topun peşinden koştuğu için maçın ilerleyen vakitlerinde artık giderek oyundan düşmeye başlıyor.

Bizim Dünya Kupası elemelerinde İspanya ile oynadığımız maçları hatırlayın. Bizi topun peşinden nasıl da koşturup, maçı 1-0 kazanmışlardı. Aslında o maçta İspanya 1-0'dan sonra bize gol atmayı pek düşünmüyordu. Ama ne yaptılar? Topu sürekli kendi ayaklarında tuttular, topu çevirdiler; ama sürekli gereksiz yere çevirmediler. Bazen kalemize doğru da yönelerek bizi tedirgin etmeye devam ettiler. Takımımız da bu hal içerisinde kendi yarı alanından çıkamadı ve orada mücadele etmeye ve topun peşinden koşmaya devam etti. Bunun neticesi olarak da maçın 70. dakikasından itibaren oyundan düşmeye başladı. Aynı durum Dünya Kupasında İspanya'nın rakipleri olan takımların başına da geldi. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, İspanya kupadaki gollerinin çoğunu rakibini yorduktan sonra, yani 70. dakikadan sonra attı. Burada rakip sadece fiziksel olarak da yorulmuyor. Rakip konsantrasyon açısından da yoruluyor ve oyundan düşmeye başlıyor. Bunu takiben de artık savunmada hatalar yapılmaya başlanıyor. Diğer taraftan pas yapan takım ise fiziksel olarak aslında o kadar yorulmuyor ve konsantrasyonunu üst düzeyde tutuyor. Rakip hata yapmaya başlayınca da bunu affetmiyor.

Peki, Trabzonspor bu oyunu sezon başında oynayabiliyorken, şimdi ne oldu da oynayamıyor? Bunun çeşitli nedenleri olabilir:

1) Alınan kötü sonuçlar takımda stres oluşturmuş olabilir ve buna bağlı olarak takım bir an önce skor avantajını yakalayabilmek için aceleci oynamaya başlamış olabilir.

2) Kadro kurgusunun değişmesinin de bunda bir etkisi var bence. Şöyle ki, Trabzonspor sezona başladığı zaman üçlü bir orta saha anlayışı ile oynuyordu. Yani ortada Selçuk, Colman ve Ceyhun oynuyordu. Bu üçlü oynadığı zaman orta saha kontrolü daha çok Trabzonspor'un elinde olabiliyordu ve ayrıca takımın paslı oynayabilme kapasitesi de artıyordu. Bence Trabzonspor'un Beşiktaş maçıyla birlikte bu üçlü orta saha anlayışına geri dönmesi gerekiyor. Buna ilâveten iki kanat oyuncusunu da oynatması gerekiyor. Yani bu şekilde takım sahaya 4-5-1 formatında çıkıyormuş gibi oluyor. Ben olsam kadroyu şöyle kurardım.

Onur

Serkan - Glowacki - Egemen - Cale

Yattara - Selçuk - Colman - Ceyhun - Engin

Teofilo

Oyunun gidişatına göre oyuna Alanzinho, Jaja veya Umut alınabilir. Gerekirse 4-4-2'ye dönülebilir. Orta sahada Selçuk, Ceyhun ve Colman üçlüsü de oyunun durumuna göre değiştirilebilir ve yerlerine Barış Ataş veya Sezer Badur alınabilir.

28 Eylül 2010 Salı

Trabzonspor Analizi 2 - Kanatları Kullanmamak Meselesi

Geçtiğimiz yazıda, Trabzonspor'un mevcut oyun anlayışında kanatların pek sağlıklı bir şekilde kullanılmadığını ifade ettik ve kanatların ne tür taktiklerle daha aktif ve verimli hale getirilebileceğinden bahsettik. Şimdi bu yazıda, kanatları aktif ve verimli bir şekilde kullanamamanın Trabzonspor'un oyununu genel olarak nasıl olumsuz etkilediği konusundaki düşüncelerimi açıklamaya çalışacağım.

1) Top kanatlara açılmayınca, oyun sahanın ortasına sıkışmaya başlıyor. Özellikle kapalı oynayan ve defans yapan rakiplerle oynandığı zaman bu sorun daha ciddi bir hal alıyor. Trabzonspor'un oyunu kanatlara açmayan taktik anlayışı kapalı oynayan rakiplerin bir nevi ekmeğine yağ sürüyor. Bu nasıl oluyor?

a) Top kanatlara açılmadığı için, oyunun oynandığı alan da genişlemiyor ve böylece rakip takım daha dar bir alanda savunma yapabilir hale geliyor.

b) Yine top kanatlara açılmadığı için, rakip savunma oyuncuları kenarlara gitmek zorunda kalmıyorlar ve bu da rakip açısından, savunmanın düzeninin sağlam bir şekilde devam ettirilebilmesini sağlıyor.

2) Bu anlayışın Trabzonspor'un oyununa yaptığı ikinci olumsuz etki şöyle: Oyun dar bir alanda oynanınca Alanzinho gibi oyuncular oynayacak alan bulmakta zorlanmaya başlıyorlar. Her ne kadar Alanzinho'nun adam geçebilme ve çabukluk gibi özellikleri olsa da, oyun dar alanda çok sıkışmaya başlayınca ve geçilmesi gereken rakip sayısı artınca, Alanzinho'nun yetenekleri de kullanılamaz hale geliyor.

3) Bu anlayışın Trabzonspor'un oyununa yaptığı üçüncü olumsuz etki ise şöyle: Aslında kanatlardan oynamak Teofilo'ya da yardımcı olabilir, zira Teofilo hava hakimiyeti olan ve kafayla da gol atabilen bir oyuncu. Şu andaki oyunuyla Trabzon'da Teofilo'nun pek kenar ortası aldığını söyleyemeyiz. Kenarlardan oynandığı taktirde, cezasahasına daha fazla orta gelecektir ve Teofilo'nun da bunları gole çevirebilme ihtimali artacaktır.

Trabzonspor Analizi 1 - Kanatları Kullanmamak Meselesi

Trabzonspor'un son haftalardaki oyununda çeşitli sorunlar var. Bu hafta yazacağım birkaç yazıda, görebildiğim kadarıyla, bu sorunlardan bahsedeceğim. Bu yazım çerçevesinde ise özel olarak Kayserispor maçına ve Trabzonspor'un kanat oyunu sorununa yoğunlaşacağım.

1) Trabzonspor'un sorunlarından bir tanesi kanat organizasyonlarının çok zayıf olması olarak ifade edilebilir. Peki, bu ne demek? Bunun ne demek olduğunu anlayabilmek için Trabzonspor'un mevcut oyun sisteminde kanatların nasıl işlediğine bir bakmamız gerek.

a) Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, sezon başından bu yana Trabzonspor'da genel olarak kanatlar, özelde de sol kanat pek işlemiyordu. Sol kanadın neden işlemediğine dair ayrıntılı bir analizi geçtiğimiz haftalarda yapmıştık. Kısaca tekrarlamak gerekirse şunları söyleyebiliriz. Birincisi sol bek Cale ileriye çok az çıkıyor. İkincisi ise sezon başından bu yana bazı maçlarda sol kanatta oynayan Colman bir kanat oyuncusu değil. Daha ayrıntılı bir analiz için önceki yazımıza bakabilirsiniz. (Bkz.: Trabzonspor - Fenerbahçe Maçı analizi, 7. madde)

b) Kayserispor maçında ise sol kanata Engin geldi, ama o da bu maçın sadece başında kısa bir süre bu bölgede görev yaptı. Daha sonra taktik icabı olsa gerek, Şenol Güneş Engin'i orta alana çekti.

c) Peki, sağ kanatta durum nasıl işliyor? Sağ kanatta Burak oynadığı zaman, Colman'ın sol kanatta oynadığı zaman görülen sorunlu duruma benzer bir durum ortaya çıkıyor. Burak sürekli içeriye giriyor; bir kanat oyuncusu gibi, yani taç çizgisine yakın oynamıyor ve daha da önemlisi çizgiye inip orta yapmayı pek düşünmüyor. Ama yine de Colman'la karşılaştırıldığında, Burak'ın görev bölgesine daha sadık bir oyuncu olduğunu söyleyebiliriz.

d) Sağ kanatta Yattara oynadığı zaman ise oyun şöyle gelişiyor: Orta alanda bir oyuncu sağ kanattaki Yattara'ya topu aktarıyor. Bundan sonra bütün takım, adeta tribündeki seyirciler gibi Yattara'yı izlemeye başlıyor. Beklenen şu ki, Yattara kanatta topu alacak, rakiplerini tek tek geçecek (ki genelde karşısında rakip takımdan iki oyuncu bulunuyor) ve daha sonra sağdan çizgiye inip orta yapacak. Böyle bir kanat oyunu anlayışı olamaz tabii ki ve sonuçta da denendiği zaman pek verim vermediğini şu ana kadar oynanan maçlarda gördük.

2) Peki, kanat organizasyonlarında neler yapılabilir?

a) Bunun için tabii ki öncelikle takıma antrenmanlarda kanat organizasyonları çalışmaları yaptırılmalı. Peki, neler yapılabilir? İlk olarak, kanatlarda üçgenler oluşturularak organizasyonlar yapılabilir. Küçük ve büyük üçgenler oluşturularak kanatta topu alan oyuncunun rakibin arkasına sarkabilmesine, adam geçebilmesine ve kanatta açık alan bulup, çizgiye inebilmesine imkân sağlanabilir. Bu hafta Kasımpaşa - Fenerbahçe maçında Kasımpaşa'nın kanatları üçgenler oluşturarak nasıl etkili ve verimli bir şekilde kullandığını maçı izleyenler görmüşlerdir.

b) Orta alanda kanat bölgesine pas yaparken, defansın arkasına uzun, aşırtma pas atılabilir ve arkaya kanat oyuncusunun kaçması sağlanabilir.

c) Beklerin bindirmeleriyle birlikte pozisyon bulmaya çalışılabilir. Bu noktada Serkan bazen etkili olsa da, bence yeterli değil. Cale ise neredeyse hiç çıkmıyor. Beklerin çıkması rakip sahada sayıca üstünlüğü elinize geçirmenize yardımcı olabildiği gibi, kanatlarda değişik taktiksel oyunlar yapabilmenize de yardımcı oluyor. Bu konuda Türkiye Liginden Gökhan Gönül örneğini herkes biliyordur sanırım.

d) Bunların dışında da kanattan atak yapabilmenin değişik teknikleri aranabilir; ama bunları akımın teknik direktörü olarak Şenol Güneş'in bilmesi, bulması gerekir. Eğer bilmiyorsa, bunları araştırıp, inceleyip, öğrenmesi gerekir.

Daha önceden yazmıştım, ama son olarak bunu tekrar ifade etmeden edemeyeceğim. Kaliteli bir kanat oyuncusu olarak Gabriç'in bu sene kiralanması bence büyük bir hataydı. Gabriç gerek sol kanatta, gerekse sağ kanatta oynadığı maçlarda gayet başarılı bir performans gösteriyordu. Özellikle sol kanatta Cale ile birlikte daha iyi anlaşabildiğini düşünüyordum ben. Golcülük özelliği, uzaktan şut atabilme yetenekleri de olan böyle bir kanat oyuncusunu kiralık verdiği için Trabzonspor'un bu sene çok pişman olacağını düşünüyorum. Ben olsam, eğer imkân varsa tabii, devre arasında Gabriç'i geri alırdım.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Kazanan Takımı Bozmamak Meselesi

Kazanan takımı bozmamak, ya da ideal kadro meselesiyle ilgili olarak daha önceden bir yazı yazmıştım. O yazı da Trabzonspor hakkındaydı ve bu ideal kadro meselesini eleştirmiştim. O yazıda öne sürdüğüm eleştirileri ve fikirleri burada şimdi tekrarlamayacağım. Sadece şunu söyleyeceğim ki, sonunda Şenol Güneş de yaptığı hatanın farkına vardı.

Fanatik'te yayınlanan habere göre Şenol Güneş Manisaspor karşılaşmasında alınan 3-1'lik yenilgilden sonra şunları söylemiş: "Demek ki kazanan takımı bazen değiştirmek gerekebiliyor." "Sahada birçok hata yaptık. Kazanan takım bozulmaz mantığı ile hareket ettim. Ama 5-6 oyuncu değişseydik skor böyle olmayabilirdi."

Evet, sayın Güneş, hatalardan ders çıkarmak önemlidir. Hatanın neresinden dönülürse kârdır. Takım kurmak işi çok değişkenli bir denklem gibidir. Bir hafta sonrasının takımını kurarken, sadece geçen hafta kazanmış olmasına bakılamaz. Konuyla ilgili olarak daha detaylı analizi isteyenler daha önce yazdığım yazıda bulabilirler.

Yazı için buraya tıklayınız.

14 Eylül 2010 Salı

Gaziantepspor Neden Yenildi?

Çok iyi oynadığı maçta Gaziantepspor, Galatasaray'a neden yenildi? Anormal olan budur... Normal olan Galatasaray'ın kazanması değildi çünkü... O zaman biraz daha yakından bakalım ve sesli olarak düşünelim... Gaziantep neden yenildi.

1) Gaziantep takım oyununu iyi oynadı, ayağa paslarla iyi organize oldu, iyi mücadele etti, ama hücum organizasyonlarında ve özellikle son vuruşlarda başarılı olamadı. Bu durumda sorun iki yerde aranabilir.

a) Hücum oyuncularının son vuruş eksikliğinde. Bu maçta hücum oyuncusu olarak Beto görev aldı. Beto aslında gayet kaliteli bir oyuncudur; ama nedense bu maçta yakaladığı bir-iki pozisyonda başarısız vuruşlar yaptı.

b) Hücum organizasyonlarının kalitesizliğinde. Tolunay Kafkas için genel olarak yapılan bir yorum var. Tolunay'ın takımları hücum olarak genelde etkisizdirler derler. Kayserispor'dayken de durum böyleydi ve şimdi sezonun ilk maçının ardından baktığımızda Gaziantepsor'da da durum böyle. Gaziantep gol atamıyor. Bu da bence hücum organizasyonlarının etkisizliğinden kaynaklanıyor. Yani takım hücuma kalktığında kafasında bir organizasyon, bir taktik yok. Tamam, oyuncular kaliteli, mücadele üst düzeyde, ama hücumda topu son noktaya getirecek ve orada son vuruş yapacak organizasyonu takım pek çalışmıyor sanırım. Tolunay'ın bu hücum meselesine daha yakından değinmesi lâzım.

2) İkinci olarak Gaziantep'te orta sahada iyi bir organizatör eksikliği hissediliyor gibi. Yani takım atağa kalkarken vereceği paslarla oyunun yönünü şekillendirecek, belirleyecek bir oyuncu yok gibi. Bu pozisyonda Julio Cesar oynuyor gibi görünüyor, ama bence Julio Cesar oyun kurucudan ziyade forvet arkası oynayabilen bir oyuncu.

Benim söyleyebileceğim nedenler bunlar. Fakat bunların dışında yeni transferlerden İsmael Sosa hakkında da bir-iki şey söylemek istiyorum. Ben Gaziantep'in bu sene bir maçını daha seyretmiştim. Özel olarak Sosa'ya dikkat ettim. Bende bazı soru işaretleri oluştu; bunları sizlerle de paylaşayım. İlk olarak Sosa topu genelde orta sahaya yakın alıyor. Bu Tolunay'ın oyun anlayışından kaynaklanıyor olabilir, o zaman ona birşey diyemem; ama eğer Sosa kendi oyun stili nedeniyle böyle davranıyorsa, o zaman Sosa'dan bu sene çok gol gelmeyebilir. Sosa topu çok gerilere gelip aldığı için, gol bölgesine pek yakın oynamıyor. İkincisi, Sosa daha ziyade yüzü kaleye dönük oynayan bir oyuncu görünümünde. Yani orta sahaya yakın bir yerde topu alıp, rakibin üzerine doğru, kaleye dikine gitmeyi seven bir oyuncu gibi. Bu açıdan iyi, ama eğer oyun stili buysa, o zaman Gaziantep Sosa'yı tek forvet olarak oynatamayabilir.

Tolunay Hoca, Gaziantep'in ligin ilerleyen haftalarında ligi forse eden bir takım haline geleceğini; bunun için ümitvar olduğunu söyledi. Gaziantep'in oynadığı oyuna baktığımızda ben de gelecek için ümitvarım. Bence Gaziantep gol sorununu çözmeye başladığı takdirde Tolunay hocanın dediği gibi bir takım haline gelebilecektir. Bu da ligimize yeni bir renk daha katılacak demektir. Ben bu Gaziantep'i sabırsızlıkla bekliyorum.

27 Ağustos 2010 Cuma

Daha Dün Annemizin Liginde Oynarken...

Evet, Beşiktaş hariç döndük annemizin ligine. Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor rakiplerine yenilerek kupaya veda etti. Fenerbahçe'nin bu sene Avrupa'ya bu ikinci vedası, onu da hatırlamak lâzım. İçlerinden anlaşılabilir, kabul edilebilir olanı sadece Trabzonspor'un durumu. Sonuçta eksik takımla da gelse rakip Liverpool'du. Trabzonspor yense büyük sürpriz olacaktı; olmadı. Peki ya Galatasaray ve Fenerbahçe? Onlara da ne diyelim; artık boylarının ölçüsünü almışlardır.

Galatasaray, 10 senedir UEFA şampiyonluğunun kaymağını yemeye devam ediyordu; artık yenile yenile kaymak falan kalmadı; hepsi bitti. Artık ismin büyüklüğü vs. beş para etmiyor; bunu elin oğlu acıtarak öğretiyor. Ya Fenerbahçe? Bakın Young Boys, Karpaty veya PAOK... Hepsi bizimkilerden maddi olarak ve kağıt üzerinde de futbolcu kalitesi bakımından zayıf takımlar; ama oyuna bakın, hiç de öyle zayıf olmadıklarını göreceksiniz. Young Boys bizim ligde oynasın, bence şampiyonluğun en büyük adayı olur. İşte artık para, isim, şan, şöhret, falan filan işe yaramıyor; disiplin, ciddiyet, organizasyon, oyun anlayışı, vs. lâzım.

Şimdi döndük annemizin ligine... Burada kendimiz oynayıp, kendimiz seviniriz... Şurası gerçek ki, Türkiye liginin futbol kalitesi yükselmedikçe, ne Türk takımları Avrupa'da başarılı olabilir, ne de Türkiye milli takımı başarılı olabilir. Peki, Türkiye ligi ne durumda? Bence geçtiğimiz senelere nazaran bu sene biraz daha kaliteli olacak gibi görünüyor. Özellikle Anadolu takımları yaptıkları kaliteli transferlerle bu sene ligi daha zorlu bir maratona dönüştürecekler diye düşünüyorum. Artık sözüm ona üç büyüklerin arasında geçen bir şampiyonluk mücadelesinin peşinden koşan bir ligi, güya güzel lig, zevkli lig, süper lig (adı süper sadece), kaliteli lig diye izlemeyeceğiz. Acı da olsa üç büyükler, ya da bir arkadaşın yorumunda çok güzel ifade ettiği gibi üç büyütülmüşler, artık öyle ellerini kollarını sallayarak Türkiye liginde de başarılı olamayacaklarını anlayacaklar; anlamaya da başladılar zaten. Galatasaray ikide sıfırla başladı lige; bu dörtte sıfıra kadar da gidebilir. Önlerinde Eskişehir ve Gaziantep maçları var. Bu maçları merakla bekliyorum.

Maçtan sonra Yunanlı bir gazetecinin sorusuna cevaben "Para her zaman başarıyı getirmiyor" demiş Aykut Kocaman. Biz biliyoruz onu; bu yeni birşey değil, ama Aykut'un başka bir yorumu olayın vehametini ortaya koyuyor. Diyor ki: "Şimdi lig büyük bir önem kazandı. Özellikle ve özellikle Şampiyonlar Ligi bu anlamda çok büyük önem arzu ediyor. Şampiyon olarak Şampiyonlar Ligine gitmek en büyük hedef. Bu anlamda da transferi gerçekleştirmeliyiz."

Evet, Türk takımları Avrupa'da aldıkları bu kötü sonuçlarla önümüzdeki senelerde seribaşı olabilme, eleme turlarında görece daha az güçlü olan - en azından kağıt üzerinde - rakiplerle karşılaşma şanslarını giderek kaybediyorlar. Aykut da bunu gördüğü için şampiyonluğun önemini biliyor çünkü sadece ligi şampiyon olarak bitiren takımın Avrupa'da yeri garanti. Diğerlerinin Avrupa'da gruplara kalabilmesi için zorlu süreçlerden geçmeleri, zorlu rakipleri yenmeleri gerekiyor; gerekecek. İşte bu sene Trabzonspor'un başına gelen de benzer bir durum. Trabzonspor uzun senelerdir Avrupa'da başarılı sonuçlar alamadığı için puanı giderek düştü ve artık Avrupa'da seribaşı olamıyor. Seribaşı olamayınca da işte böyle Liverpool gibi takımlar çıkıyor. Başarılı olamayınca puanınızı yükseltemiyorsunuz. Sonuçta Trabzonspor seneye de UEFA'ya katılsa, büyük ihtimalle yine başarılı olamayacak, çünkü yine seribaşı olamayacak ve güçlü rakiplerle karşılaşacak. Aynı şey diğer takımlarımız için de geçerli tabii. Sonuçta geriye en garanti yol olan şampiyonluk kalıyor. Ama o da sadece bir takımın olacak. İşte o yüzden bu sene Türkiye liginde mücadele çok çetin olacak. Bakalım göreceğiz neler olacak.

24 Ağustos 2010 Salı

Trabzonspor - Fenerbahçe

Evet, bir derbi geride kaldı. Fenerbahçe'nin ilk 11'i epey tartışıldı, bol pozisyonlu, bol gollü bir maç oldu ve maç Trabzonspor'un galibiyetiyle sonuçlandı. Maç hakkında birçok yorum yapıldı, fakat ben de birkaç şey söylemek istiyorum.

1) Fenerbahçe aslında maça Aykut'un düşüncesini iyi uygulayarak başladı denebilir. Yani, hatırlarsınız, Aykut, Trabzonspor'un ayağa pas yapan orta sahasını bozmak için uğraşacaklarını söylemişti. Fenerbahçe ilk 10 dakikada bunu başarıyla yaptı denebilir. Aykut'un "sürpriz" ilk 11'ini de bu yönde değerlendirmek gerekir. Yani orta sahayı görece daha mücadeleci oyunculardan kurmaya çalıştı. Bu açıdan Alex'i yedek bırakması anlaşılabilir. Tek eksik nokta Stoch'un oyuna 11'de başlamamasıydı.

2) Trabzonspor, Fener'in bu bozucu oyununu 10. dakikadan sonra aşmaya başladı ve oyunda az da olsa üstünlük kurmaya başladı. Zaten o sırada ilk gol geldi.

Burada iki teknik direktörün anlayışının mücadele ettiğini görebiliyoruz, yani Şenol Güneş ayağa kısa paslarla oynamayı düşünüyor, Aykut ise bunu bozmak istiyor. Fakat maçı izleyenler biliyorlar ki, oyunun tamamı bu şekilde gitmedi. Kısa bazı bölümlerde iki taraf da bu şablonu takip etti. Fakat eğer oyun kurgusu değişmeseydi ve oyunun tamamında bu taktik üzerinden takımlar mücadele etmeye devam etseydi, bence uzun vadede rakibine üstünlük kurabilen takım Trabzonspor olurdu. Çünkü 10 dakikadan sonra Fenerbahçe'nin rakibi bozabilme kabiliyeti bozulmaya başlamıştı. Aynı şekilde Trabzonspor'un da rakibin bozma çabalarına karşı cevap verme başarıları 10. dakikadan sonra artmaya başlamıştı.

3) Yattara, çok iyi oynamadı, sadece biraz iyi oynadı. Kondisyon olarak güçsüz. Öyle sadece topla birkaç güzel hareket yapmak, bir gol atmak, ama arkaya hiç yardım etmemek, az koşmak günümüz futbolunda yeterli değil. Özellikle Trabzon'un oynamaya çalıştığı oyun anlayışı açısından da Yattara'nın güçsüz versiyonu uygun değil.

4) Teofilo, kondisyon olarak iyi; yani 90 dakika boyunca oyundan düşmüyor, koşuyor ve topun gittiği her yere gitmeye çalışıyor. Zaten maçtan sonra istatistiklere baktığımızda Trabzonspor adına maçın en çok koşan adamının Teofilo olduğunu görüyoruz. (10km civarında koşmuş). Bu açıdan çok büyük sorunu yok bence. Teofilo'nun sorunu fizik olarak güçsüz olması. Bu ne demek? Meselâ ikili mücadelelerde yetersiz; meselâ topla dripling yapıp ilerledikten sonra topa vurmak durumunda kalırsa bu vuruşu cılız oluyor, çünkü topla koştuğu zaman önemli bir enerji harcıyor; sonrasında da topa vuracak gücü kalmıyor. Bir de Teofilo'nun sol ayağı, sağ ayağına nazaran güçsüz; dünkü maçta sol ayakla vuruşları etkisiz kaldı. Bütün bunlara rağmen Teofilo o bildiğimiz fırsatçılığıyla, topu ve pozisyonu iyi takip edişiyle, gol noktasında iyi yer tutmasıyla dün yine de gol atabilirdi, ama olmadı. Yattara'nın pasına kendinden beklenmeyecek şekilde kötü bir vuruş yaptı ve yüzde yüz golü kaçırdı. O golü atmalıydı.

5) Benim en çok üzüldüğüm olay ise Glowacki'nin sakatlanması oldu. Glowacki gerçekten bence süper bir transfer. Biraz ağır, tamam, ama onun dışında takım savunmasına katkısı, savunmayı organize etmesi, yer tutması, pozisyon takibi, vs. bence dört dörtlük. O defanstayken gerçekten takım çok büyük güven veriyor. Sakatlandığı pozisyonda yüzündeki acıdan çok uzun bir süre sahalardan uzak kalacağı izlenimini aldım, ama Allah'tan 2-3 haftayla atlatılabilecek bir sakatlıkmış. Tamam 2-3 hafta da çok, ama ben o hareketten sonra eyvah dedim, gitti Glowacki.

6) Şenol Güneş'in ikinci yarıdaki Umut değişikliği bence de yerindeydi. Şenol Güneş gerçekten oyuna stratejik müdahaleler anlamında kendisini çok geliştirmiş. Boş boş oyuncu değiştirmiyor. Bir değişiklik yaptığı zaman oyuna mutlaka bir müdahele gerçekleştirmiş oluyor.

7) Colman iyi oynadı, ama şu penaltıları artık değiştirmesi lâzım. Ben Colman'ı bildim bileli penaltıyı hep o köşeye atar. Ya biraz da diğer köşeye at. Geçenlerde de bir maçta Colman yine o köşeye atıp, yine penaltıyı kaçırmıştı. Artık birinin Colman'ı uyarması lâzım. Rakip kaleciler de biliyor bunu artık ve o köşeye yatıyorlar. Bir de Alanzinho oynadığı zaman, Şenol Güneş Colman'ı sol kanat olarak oynatıyor. Bu olmuyor; işlemiyor. Colman sol kanatta olduğu zaman Trabzonspor'un sol kanadı işlemez hâle geliyor. Bir kere Colman kanattan ilerlemediği için ve Cale de ileriyle pek fazla çıkmadığı için, Trabzonspor sol kanattan hiç hücum yapamaz hâle geliyor. Bütün yük sağ kanadın üstüne ve ortaya biniyor. Colman'ın sol kanatta oynaması sadece hücumda değil, defansta da Trabzonspor'a sorun yaşatıyor. Colman kanat adamı olmadığı için ortaya geliyor ve sol kanat boş kalıyor. Bu durumda Cale sol tarafta tek başına kalıyor ve rakibi tek başına karşılamak zorunda kalıyor. Özellikle rakibin sağ kanadı iyiyse bu Trabzonspor'un sol kanat savunması açısından sorun oluşturuyor.

Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. Daha sonra belki tekrar yazarım.


18 Ağustos 2010 Çarşamba

Young Boys Sürpriziymiş!!!

Milliyet'te bugün bir haber var; Young Boys Sürprizi başlığıyla... Sözüm ona Young Boys ilk sürprizi Fenerbahçe'yi eleyerek yapmıştı. Hepimizin malumu... İkinci turda Young Boys bir sürpriz daha yapmış ve ikinci turun ilk maçında kendi sahasında İngilizlerin önemli takımlarından Tottenham Hotspur'u, 3-0 öne geçtiği maçta, daha sonra skoru koruyamayarak 3-2 yenmiş. 3-2 de olsa bu güzel bir skordur. Orası ayrı. Ama bunun sürprizliği meselesi şüpheli...

Fenerbahçe olayından sonra Young Boys hakkında çok yorum yapıldı ve yaşanan olaya herkes sürpriz dedi. Rıdvan da dahil. Bu olay sürpriz falan değildi. Young Boys'la oynana ilk maçı izleyen herkes, eğer baştan önyargılı değilse, adamların nasıl güzel futbol oynadıklarını, nasıl iyi futbolculara sahip olduklarını, nasıl kaliteli bir taktik anlayışına sahip olduklarını - bu taktiğin bazı eksiklikleri olsa da - rahatlıkla görecektir. Dolayısıyla Young Boys'un Fenerbahçe'yi elemesi kesinlikle sürpriz falan değildir. Young Boys, Fenerbahçe'yi hak ederek, süper oynarak, parçalayarak yendi. İlk maçı izleyen bir insan için olabilecek en doğal şey Young Boys'un turu geçmesiydi. Nitekim öyle de oldu.

Young Boys sürpriz falan yapmıyor. Young Boys sadece kendinden bekleneni yapıyor. Tottenham'ı da eleyip Şampiyonlar Ligi'ne katılmaya hak kazanırlarsa yine kendilerinden bekleneni yapmış olacaklar. Bu kadar iyi bir takımın yeri doğal olarak Şampiyonlar Ligi'dir. Başarılar Young Boys.

17 Ağustos 2010 Salı

Teofilo'nun Golleri

Teofilo son iki maçta 5 gol attı. Herkes Teofilo'nun beklenen patlamayı yaptığını yazmaya başladı ve ortalık birden güllük gülistanlık havasına büründü. Ben Teofilo konusunda karamsar değilim, ama Trabzonspor'un gol sorununun artık çözüldüğüne dair bu kadar kesin, net açıklamaları yapmayı henüz uygun bulmuyorum. Gelin Teoflio'nun gollerini biraz analiz edelim.

Bursaspor Maçı:

1) Birinci gol, bildiğiniz gibi, kaleciden dönen topun tamamlanması neticesinde oldu. Bu gol Teofilo'nun takipçiliğini ve fırsatçılığını gösteriyor. Topa vururken de, abanarak, rastgele vurmadı, gayet teknik bir şekilde, kalenin diğer köşesine göndermeye çalıştı. Bütün bunlar bence artı puanlar.

2) İkinci gol, Bursaspor defansının arasına kaçarak attığı gol. Bu pozisyonda ise, ara pasını alışı, dönüşü, kaleye yönelişi, topu sürüşü ve kaleciyle karşı karşıya kaldıktan sonra yine teknik ve nâzik bir şekilde topu kalecinin üzerinden aşırtarak golü yapışını gördük. Bence bu gol başından sonuna kadar kalite doluydu.

3) Üçüncü gol, kornerde, Egemen'in kafa topuna ayak koymasıyla gerçekleşti. Bu da yine Teofilo'nun takipçiliğini, fırsatçılığını ve bir golcü olarak nerede duracağını bildiğini gösteriyor bence.

Ankaragücü Maçı:

1) Birinci gol, Umut'un pasında, boş kaleye kafa golüyle atıldı. Bu gol için fazla söyleyecek birşey yok bence. Yani boş kaleye atılan bir gol. Sadece gol noktasında oraya koşuşu hakkında olumlu birşey söylenebilir belki. Yani eğer Teofilo orada olmasaydı, o pozisyon golle sonuçlanmayabilirdi.

2) İkinci gol de yine kaleciden dönen topu takibi sayesinde oldu. Bu gol, Bursaspor maçındaki birinci gole benzer bir goldü. Benzer yorumlar bu gol için de yapılabilir.

Şimdi golleri tekrar gözümüzde canlandırdık ve yorumladık. Bence bu goller çerçevesinde Teofilo'ya olumsuz şeyler söylemek pek mümkün değil. Bu goller çerçevesinde gördüğümüz şunlar: 1) Teofilo'nun son vuruşları çok teknik ve kaliteli. 2) Bir golcü olarak duracağı yeri biliyor. 3) Bir golcü olarak, pozisyonları iyi takip ediyor ve golü bulabiliyor, yani takipçi ve fırsatçı. 4) Aralara iyi kaçabiliyor.

Bunlara ilâve olarak görebildiğim kadarıyla Teofilo'nun olumlu özellikleri şunlar: Kaleye sırtı dönük olarak oynayabiliyor. Bu şekilde hücuma kalkan takım arkadaşlarına duvar vazifesi görüp, ver-kaç, duvar pası varyasyonlarını yaptırabiliyor. Sırtı dönük topu alıp, kanatlara doğru topu arkadaşlarına kazandırıp, oyunu açabiliyor, oyunun yönünü değiştirebiliyor, hücumu zenginleştiriyor.

Peki, Teofilo'nun bence hâlâ eksik olan yönleri neler? 1) Teofilo eskisine nazaran biraz daha güçlü, ama hâlâ yeterince kuvvetli değil. Çok hafif temaslarda dahi yere düşebiliyor. İkili mücadelelere girebilecek tarzda bir golcü görünümü vermiyor. 2) Çok güçlü olmadığı için topu alıp, uzun mesafe sürüp, gol yapabilecek tarzda bir golcü olduğu izlenimini de vermiyor. Bursaspor maçında attığı ikinci golde topu alıp, sürdü ve gol attı, tamam, ama oradaki mesafe çok kısaydı. 3) Güçlü olmadığı için topu kolay kaptırabiliyor; ileride topu ayağında tutan bir oyuncu değil gibi. 4) Eski takımında kafa ile çok gol atmış, ama şu ana kadar kafa vuruşları çok sert ve etkili değildi.

Evet, şimdilik söyleyebileceklerim bunlar. Yeni sezonda henüz iki maçta izleyebildik. Bütün hünerlerini henüz görmemiş olabiliriz. Zaman Teofilo'nun nasıl bir golcü olduğunu daha iyi gösterecek. Ben Teofilo'dan gerçekten çok ümitliyim. Kendisini fizik ve kondisyon olarak daha da güçlendirebilirse bence çok iyi olacaktır. Bekleyip, göreceğiz.

15 Ağustos 2010 Pazar

Sivasspor - Galatasaray Hakkında

Dünkü maçı izledim; iki takım için de nâçizâne bazı yorumlarım var; onları aktarayım.

1) Sivas, Rıdvan'ın da dediği gibi, sahaya beraberlik için çıkmamış. Tebrikler. Artık kafalardan biz küçük takımız, biz Anadolu takımıyız, bir savunma yapmalıyız, biz beraberliğe oynamalıyız fikirlerinin çıkarılması lâzım. Artık süper ligde her takım her takımı yenebilir. Tamam, parasal olarak kulüpler arasında hâlâ büyük farklılıklar var, ama futbol açısından artık o kadar fark yok. Yapılması gereken kafayı değiştirmek ve her maça çıkıp kazanmak için mücadele etmek. Dün Sivas bunu yaptı; iyi oynadı ve 3 puanı aldı. Umarım Sivas bundan sonra bütün maçlarını kazanmak için oynar. Ve umarım diğer bütün takımlar da bundan sonra maçlarına kazanmak için çıkarlar... Aman biz "büyük takımla" oynuyoruz, savunma yapalım, bir puanı koparalım anlayışından onlar da çıksınlar artık.

2) Sivas'ta benim gördüğüm eksiklik şuydu: Skoru 2-1'e getirdikten sonra Sivas geriye çok yaslandı ve kontraatak futbolu oynamaya çalıştı. Bu süreçte aslında topu daha fazla ayaklarında tutmaya çalışmalı; kontrolü ellerine alıp, oyunu yavaşlatmaya çalışmalılardı. Hee, taktik, teknik ve fiziksel olarak bunu yapmada yetersiz olabilirler; ama bence bunu yapmayı düşünmelilerdi. Böyle yapmayınca ne oldu? Top sürekli Galatasaray'da kaldı; onlar da, aslında hiç iyi oynamamalarına rağmen, topu sürekli rakip sahada tutabildiler.

3) Sivas'ın oyuncu değişiklikleri de bence çok iyi değildi. Maçın 70'inci dakikalarında Ceyhun sekerek oynamaya başlamıştı. Tamam, iyi oyuncu, her an bir ara pası atıp birşeyler yapabilir, ama bence orta sahadaki direnci arttırmak adına, onun çıkması ve orta sahaya dirençli bir oyuncunun alınması gerekiyordu. Mehmet Yıldız'ın da erken çıkması yanlıştı bence. Çünkü o da ileride top tutabilen bir oyuncuydu. Rakip defansı da en fazla yoran adamdı. Onun takımda olması, Sivas defansına nefes aldırıyordu.

4) Galatasaray için söyleyecek fazla şeyim yok aslında. Rıdvan'ın yorumlarına genel olarak katılıyorum. Bu takımdan Arda'yı, Kewel'ı çıkar, takım sıradan bir takıma döner. Bu kadroyla Galatasaray'ın işi zor. İsim olarak, parasal olarak sözde "büyük" olmak da artık maç kazandırmıyor. O yüzden pek umut yok yani... Bakalım, ilerleyen haftalarda göreceğiz.

Yeni Lig, Eski Kafalar

Yeni lig başladı; ama kafalar hâlâ eskide... Geçen sene süper lig, yapılan televizyon ihâlesi sonrasında çok yüksek bir meblağa ulaştı ve takımlara önemli paralar gitmeye başladı. Takımlar kendilerini geliştiriyor, değiştiriyor, ama medya, futbol hakkında yorum yapan kişiler hâlâ değişemedi. Kafaları hâlâ eskinin sistemiyle çalışıyor. Ne demek istiyorum? Dünkü maçlar üzerinden birkaç şey söyleyelim.

1) Artık yorumcular, 3 büyükler, 4 büyükler, 5 büyükler muhabbetini bırakmalı. Süper ligde her takım bir takımdır; bunları baştan kategorilere ayırmak haksızlıktır.

2) Artık yorumcular, Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe maçlarından sonra analizlerini yaparken, "Fenerbahçe neden yenildi?", "Galatasaray neden kaybetti?" gibi sorunlar üzerinden gitmemeliler. Ne yani, Fenerbahçe'nin yenilmesinde bir anormallik mi var? "Sivasspor neden kazandı?" diye bir soru neden sorulmuyor?

3) Maçı anlatan kişiler bambaşka bir âlem zaten... Maç boyunca sözde "büyük takımın" yorumcusu gibi konuşmaktan başka birşey yapmıyorlar. Yok, işte kazanmak için Galatasaray'ın şunu yapması lâzım, Galatasaray neden gol yedi, falan filan... Kardeşim, sizde nasıl bir kafa var ya? Oyunu oynayan Sivasspor, sahada gezinen Galatasaray; Sivasspor'un o maçı kazanmasından daha doğal bir şey olabilir mi? Ee Sivasspor'u konuşmak varken, kalkmış ne Galatasaray'ın neden kaybettiğini konuşuyorsunuz?

4) "Sivasspor haklı bir galibiyet aldı" muhabbeti... Bu da şey demek gibi... Aslında Sivasspor'un kazanmaması gerekiyordu; eh işte, garipler oynadılar, iyi de mücadele ettiler; hadi kazansınlar bari...

5) Futbolcuların da kafalarının değişmesi lâzım... Hâlâ hâkeme itiraz, itiraz, itiraz... Bir de herkes kendisini hâkemlerin yanında Allah falan zannediyor. Yani o kadar. Hâkem faul veriyor; Arda bütün sinirleri gerilmiş suratıyla hâkemin yanına kadar can hıraş koşuyor ve bağırmaya başlıyor... "Ulaaannn bu faaauulll deeğğiilll!!!!!" Elinde olsa, çekip vuracak adamı yani... Rijkard taa kulübeden kalkıp geliyor; beraberinde yedeklerle birlikte. Ulan Gökhan Zan sana ne oluyor? Sen adam olsan, adam gibi kendine bakarsın, takımda oynarsın. He, hem kendine bakma, sürekli sakatlan, hem de taraftara oyna; işte bakın ben takım için nasıl savaşıyorum; yedek kulübesinde otursam da nasıl takım için çırpınıyorum falan havaları vermeye çalış. Ben olsam o hâkemin yerinde Galatasaray'dan birkaç kişiye kırmızı kartları çakardım. Artık bu sözde "büyük" takımların oyuncularının, yöneticilerinin, teknik adamlarının AKILLANMASI gerek. Bunların hepsinin ADAM EDİLMESİ gerek. Yok öyle mahalle kabadayılığı artık. Kafalarınızı değiştirin. Bakalım, bekleyip göreceğiz, bu Rijkard'a, yedek oyunculara vs. bir ceza gelecek mi...